Tarımda ve Gıdada Geleceği Kurmak Sempozyumu Sonuç Bildirgesi

7-8 Eylül'de Van’da gerçekleştirdiğimiz sempozyumun sonuç bildirgesi:

‘Tohum bizi toplumsallaştırdı’

‘Tarımsız hayat olmaz’

‘Kendi gıdasını üretemeyen bir halk köledir’ Jose Marti

DEM Parti olarak, 7-8 Eylül 2024 tarihlerinde Van’da “Tarladan Tabağa, Üretimden Yönetime” şiarıyla düzenlemiş olduğumuz “Tarımda ve Gıdada Geleceği Kurmak Sempozyumu”, Türkiye ve Kürdistan coğrafyasının genelinden üreticilerin, tüketicilerin, sendikaların, mesleki birliklerin, odaların, kooperatif temsilcilerinin, yerel yöneticilerin, akademisyenlerin ve parti örgütlerimizin katılımıyla Türkçe ve Kürtçe sunumlarla gerçekleşmiş, alınan bir dizi öneri kararla sona erdirilmiştir. Küresel sermayenin karşıtı-panzehiri olan yerel üretime dayanan ve toplum ihtiyaçlarıyla sınırlı olan ekonomilerini esas alan anlayışla oluşturulacak bir tarım politikası amacıyla yürütülen tartışmalar kapsamında; tarım alanında yaşanan birçok sorunun, mevcut durumdaki tekelci, rantçı, doğaya ve topluma karşı olan neoliberal tarım politikalarının sonucu olduğu vurgulanmıştır.

Sempozyumda kâr ve rant yerine toplumsal faydayı esas alan, üretici ve tüketicinin karşılıklı ilişkisi üzerine temellenen, gıda egemenliği çerçevesinde, halkın ucuz ve nitelikli (sağlıklı) gıdaya erişmesi için ekolojiyle uyumlu, cinsiyete duyarlı, demokratik planlamacı ve kendi kendine yeten bir tarımsal üretimi kurmak için başta üreticiler ve tüketiciler olmak üzere bütün duyarlı kesimlerle ortaklaşılarak bir tarım politikasının yeniden inşa edilmesi gerekliliği öne çıkmıştır. Monokültüre, yoğun enerji ve kimyasal girdi kullanımına ve az istihdama dayalı endüstriyel tarım uygulamaları yerine, polikültür esaslı, az girdili, yoğun istihdama ve binlerce yıllık yerel-kadim bilgi birikimine dayalı, doğayla barışık bir tarımın mümkün olduğu saptanmıştır.

Yerel yönetimlerin ve kooperatiflerin öncülüğünde belediyesiz-belediyecilik anlayışıyla alternatif bir ekonomik, siyasal ve sosyal bir yaşamın inşa edilmesi arayışının güçlendirildiği sempozyumda, kooperatiflerin bağımsız örgütlenmeler olarak kurulması gerektiği, yerel yönetimlerin ise destekleyici planlamalarla bu örgütlenme süreçlerini ele alması gerekliliği özellikle vurgulanmış, demokratik, ekonomik-sosyal kooperatifler ve sendikalarda örgütlü küçük ölçekli tarımın hayata geçirilmesiyle ilgili tartışmalar yürütülmüştür.

Girdilerden üretim süreçlerine, işlenmiş ürünlere ve pazarına kadar tüm üretim sürecini bütünlüklü olarak ele almak ve dünün bilgisiyle deneyimini bugünün çabasıyla yarına taşıyarak gelecek nesillere tarımsal bilgiyi ve yaşamı aktarmak için toplanan sempozyum, agroekolojik tarım, demokratik komünal bir ekonomiyle toplum için toplumun ihtiyacı kadar üretim, aracısız köylü tarımını örgütlemenin bilinciyle sonuçlandırılmıştır.

Tüm bu tartışmalar bağlamında; DEM Parti olarak tarımda ve gıdada eskiden kopuşun ve kolektif bir yeniden kuruluşun zaruret olduğunu ilan ediyor, dahası bu süreci başlatmak için kollarımızı sıvıyoruz.

KAPİTALİZM DÜNYAYI TARIMSAL ÜRETİM KRİZİNE SÜRÜKLEMİŞTİR

Kapitalist modernite yeryüzünü yıkımın eşiğine getirmiştir. İklim krizi, enerji savaşları, güney yarımküredeki emperyalist müdahaleler, küresel yoksulluk ve açlık, göçler ve güçlenen sağ totaliter rejimler bu yok oluşun şiddetini göstermektedir. İki binli yıllardan bu yana, kapitalizmin ürettiği çoklu krizlere tarım ve gıda rejimleri krizi de eklemiştir. Fosil yakıtların, fenni gübrelerin ve tarım zehirlerinin sebebiyet verdiği tarım toprağının kaybı, insanları göçe zorlarken biyoçeşitlilik azalmış, tarımın istihdam yapısı olumsuz yönde değişmiştir. Küresel ölçekteki gıda üretiminin hem sebebi hem de mağduru olan küresel iklim değişikliği nedeniyle milyonlarca çifti, aşırı kuraklığın ya da sellerin etkisi altında ürününü üretemez hale gelmiştir. Gıdanın ve tarımsal ürünlerin uzun tedarik yollarının, savaşlar ve pandemiler sebebiyle kesintiye uğraması, ithalatçı tarım politikalarını çoğaltmıştır. Fosil yakıtlara, kimyasallara, monokültüre, az istihdama dayalı endüstriyel tarım pratiklerinin sürdürülemez olduğu ve dünyayı, ekolojik bir yıkıma ve gıda krizine doğru hızla sürüklediği apaçık ortaya çıkmıştır.

Sermeye odaklı yasal düzenlemelerle getirilen sözleşmeli üretim, tarımı piyasalaştırırken çiftçileri şirketlerin risksiz işçisi haline getirmekte, gıda metalaştırılmaktadır. Gıda egemenliği ile ilişkisi koparılan, ne yetiştireceğine, nasıl yetiştireceğine, ürününü kaça satacağına tekeller karar verirken, çiftçiler üretici olmaktan çıkarılarak adeta “tarla bekçisi” durumuna düşürülmüştür. Yoksullar ve ezilenler başta olmak üzere sağlıklı, temiz ve ucuz gıdaya ulaşım gittikçe zorlaşırken gıda rejimlerinin niteliğini çiftçi, üretici, tüketici yerine tarım-gıda tekelleri ve pazar şartları belirlemeye başlamıştır.

AKP’NİN TARIM POLİTİKALARI ÇİFTÇİYİ ÜRETİMDEN KOPARMAKTADIR

Türkiye’de ‘80 darbesi sonrası hayata geçirilen neoliberal dönüşüm programları, süreç içinde tarıma yönelik desteklerin azaltılmasına ve kırsalın tasfiyesine neden olmuştur. Zamanla küçük üreticiye yönelik tarımsal desteklemeler borçlandırmaya dönüşmüş, tarım kurumları ve KİT’ler tasfiye edilmiştir. Tasfiyelerin ardından tarımda ve gıdada şirketlerin egemenliğini pekiştirmek için bir dizi yasa tasarısı hazırlanmış ve uygulamaya geçirilmiştir. Küçük ve orta ölçekli tarımsal üretim önemli ölçüde tasfiye edilmiştir. Toplam ölçeği açısından Trakya’nın iki katı kadar olan toprak inşaat sermayesine peşkeş çekilmiş, çiftçi yaş ortalaması yükselmiş, girdi fiyatları dünyada eşi benzeri olmayacak biçimde artmıştır. Geldiğimiz noktada; borçlarla, girdi fiyatlarının yüksekliğiyle, pazar sıkıntısıyla, meraların yasaklanması, kiralanması ya da satılmasıyla uğraşan çiftçiler üretimin dışına düşmektedir. Türkiye hem bitkisel hem de hayvansal ürünlerde ihracatçı konumdan ithalatçı konuma gelmiştir. Türkiye ve Kürdistan coğrafyalarında küçük ölçekli çiftçiler, topraksız yoksul köylüler, piyasa ve tarım tekelleri karşısında örgütsüz kalmıştır. (Geçtiğimiz günlerde yayınlanan “İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmelik” AKP’nin sermayeyi korumak ve küçük üreticiyi bitirmek üzerine inşa ettiği tarım politikalarının son pratiğidir. Masrafını karşılayamadığı/zarar ettiği için üretemeyen ve iki yıl tarlasını boş bırakmak zorunda kalan çiftçinin tarlasına el konulması şeklinde yaşanacak olan süreç, geçimlik tarım yapan yoksul çiftçinin tarlasının yandaş sermayeye, oradan da küresel şirketlere peşkeş çekilmesiyle sonuçlanacak ve sömürü mekanizmasını derinleştirecektir.)

PİYASA EKONOMİSİ VE SÖMÜRGECİ POLİTİKALARLA KÜRDİSTAN COĞRAFYASI İNSANSIZLAŞTIRILMAKTA, KÜRTLER EKOMİDEN KOPARTILMAKTADIR 

Kapitalizmin ve neoliberalizmin tarım üzerindeki devasa tahribatı, Kürt sorununun çözümsüzlüğünün ve sömürgeci politikaların tarım alanında yarattığı özgün sorunlarla eklemlenerek daha ciddi kriz dinamiklerini yaratmıştır. Kürdistan coğrafyasının tüm ekonomisinin Türkiye’ye bağımlı bir şekilde kurulması başta temel enerji ihtiyacının karşılanmasında olmak üzere çok ciddi sorunlara yol açmaktadır. Bu anlamda bakıldığında sömürgeci bir anlayışla Kürtlerin tarımsal ekonomiden kopartılmasının birinci nedeni; coğrafyanın insansızlaştırılması, Kürtleri Türkiye’ye zorla göç ettirmek ve Kürtlerin Türk nüfusu içinde eritilmesini sağlamaktır. İkincisi, özellikle 1980’li yıllardan itibaren Kürtlerin kendi ekonomik döngüsünden kopartılarak Türkiye’nin ucuz işgücü olmaları hedeflenmiş, mevsimlik tarım işgücü, inşaat ve hizmet sektöründeki işgücü ihtiyacı Kürt yoksullarından karşılanmıştır. Üçüncüsü, bilinçli politikalarla Kürdistan’da sanayinin gelişmesi engellenerek Kürtler buğday, arpa, mercimek, fıstık, ceviz, pamuk gibi temel tarımsal ürünlerin tedarikçisine dönüştürülerek merkezi ülkenin ulusal ekonomisine hizmet edecek şekilde konumlandırılmıştır. Dördüncüsü, güvenlikçi bir anlayışla yaylaların kiralanması ve yasaklanması sonucu hayvancılığın engellenmesiyle sermayenin bu anlayış doğrultusundaki kontrolü Kürtler üzerindeki baskıyı arttırmıştır.

AKP’nin de Kürt sorununu, devletin mirası olan savaş konsepti ile çözme pratiği, günümüzde çiftçilere yönelik çok yönlü baskı ve yıldırma politikalarıyla birleşerek tarımda yaşanan krizi daha da derinleştirmiştir. Kürdistan coğrafyasındaki nehirlerin suyuna ve elektriğe ulaşamayan Kürt çiftçiler DEDAŞ gibi rantçı ve sömürgeci kuruluşların insafına terkedilmiştir. Özel savaş stratejisinin uzantısı olan tüm bu politikalar sonucu; dünün üretici köylüsü, Cumhuriyet tarihinden itibaren mülksüzleştirilmiş, ‘doğduğu yerde doymak’tan uzaklaştırılmıştır.

Sempozyum yapılan analizlerden hareketle bir dizi öneriyi aşağıdaki şekliyle geliştirmiştir:

TARIM VE GIDA POLİTİKALARINA İLİŞKİN GENEL ÖNERİLER:

-1980’li yıllardan itibaren sürdürülen ve her geçen gün daha çok kurumsallaşan neoliberal politikalara karşı yerel yönetimlerin daha çok inisiyatif aldığı, demokratik ve sosyal kooperatifçiliğin model olduğu bir tarım politikasının hayata geçirilmesi için her türlü çabanın gösterilmesine yönelik adımlar teşvik edilmelidir. 

-Herkesin doğduğu yerde doymasına yönelik politikaların inşa edilmesi için adımlar atılmalıdır. Kürdistan’da kırsal alanlarda göç/yerinden edilme ve ekonomik yıkıma karşı agroekolojinin geliştirilmesi için geliştirilecek bir master plan çerçevesinde fizibilite çalışmaları yapılmalıdır. Çiftçi olmak isteyen kesimlerin üretim yapabilecekleri olanakların yaratılmasının sağlanması gereklidir.

-Her yerelin kendi stratejik ürünleri üzerinden bir üretim alanı yaratılması sağlanmalıdır. Bölge ve ülke bazında tarım ürünü arzına ve talebine yönelik bilgilendirme zamanında ve kamusal saiklerle yapılmalıdır. Tarım alanında ithal ürüne ihtiyacı azaltacak bir planlamaya gidilmelidir.

-Çiftçi eğitimi kapsamında üretici ve tüketici hakları, ekolojik dengenin korunmasının önemi, tarım yapılan bölgenin özellikleri ve kolektif çiftçilik uygulamaları konularında eğitimler verilmelidir. Ürün ve konu bazlı eğitimler hem çiftçilere hem işçilere yönelik hem teorik hem de pratik olarak yapılmalıdır.

-Tarım alanındaki finansmanın endüstriyel tarıma ve tekelci üreticilere kapatılarak, küçük üreticilerin destekleneceği şekilde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Verilen krediler üzerinden küçük üreticilerin borçlandırılması son bulmalı, tüm finansman süreçleri demokratikleştirilmelidir. Tarıma verilen destekler eksiksiz verilmeli ve bir yıl gecikmeli olarak değil, üretim sezonundan önce çiftçiye ödenmelidir. Hayvan yetiştiriciliğinde girdi temini ve hayvansal ürünlerin pazarlanmasında piyasayı regüle edecek (geçmişteki EBK, SEK ve YEMSAN gibi) kamu kuruluşları tekrardan kurulmalı. Bu kuruluşların mülkiyeti kamuda, tasarruf hakkı kooperatiflerde olacak biçimde devredilmeli.

- Güvenlikçi politikaların, tekelci enerji yapılarının ve madenciliğin yarattığı ekokırımın sonuçlarının ve iklim krizinden kaynaklanan başta kuraklık ve erozyon olmak üzere tüm sorunların önlenebilmesi için havza bazlı ekolojik koruma planları geliştirilmelidir. Suların kirlenmesi önlenerek, su havzaları ve meralar koruma altına alınmalı ve tarım alanları korunmalıdır.

-Arazilerin imara açılmasıyla daralan, yanlış-aşırı kullanım ve bakımsızlık yüzünden vasfını kaybeden meralar koruma altına alınmalıdır. Mera alanlarının tarım dışı kullanımı engellenmeli, kiralanmalarının ve satılmalarının önüne geçilmelidir. Yayla yasakları süresiz kaldırılarak mera hayvancılığının gelişmesinin önündeki temel engel kaldırılmalı, yayla kapanı gibi uygulamalara son verilmelidir.

-Agroekolojinin yöntemlerinin kullanıldığı, insanın doğanın bir parçası olduğu “bilge köylü” tarımının esas alındığı üretim yöntemleri kullanılmalı ve yaygınlaştırılmalıdır. Bu bağlamda; biyoçeşitliliği koruyan tarım uygulamaları geliştirilmeli, tarımda zehir kullanımı engellenmeli, GDO’lu ürün üretimi, dağıtımı ve tüketimi yasaklanmalıdır.

-Tarım alanlarında tapu devirleri yeniden düzenlenmelidir. Tek kişiye devredilen tarım arazisi miktarı sınırlandırılmalıdır.

- Hayvan hastalıklarını ve bu hastalıklarından kaynaklı ortaya çıkabilecek toplum sağlığına zarar verici durumları önlemek ve hayvan kaybına yönelik önleyici tedbirler almak amacıyla “Koruyucu Veteriner Hekimlik” uygulamasına başta yerel yönetimler olmak üzere genel bir kamu politikası bünyesinde geliştirilmeli ve uygulanmalıdır. Hayvan ve et ithalatını önlemek için adımlar atılmalıdır.

YEREL YÖNETİMLERİN DESTEKLEYİCİ ROLÜNE DAİR ÖNERİLER:

-Bölgeye yönelik üretim-pazarlama ağları, endemik tohum türleri, göç ve mülkiyet durumu, nüfus vb. konularında envanter çalışmaları yapılmalı ve her yerelin kendi master planı hazırlanmalıdır.

-Yerel yönetimler kendi bünyelerinde; tarım müdürlükleri ve bunlara bağlı kooperatif başkanlıkları kurmalı, uzman kadrolarla üretimi desteklemelidir. Yetkili birimlerle çiftçinin eğitimini ve danışmanlığını yapacak, doğal üretimi yaygınlaştıracak bir görev üstlenmelidir.

-Yerel yönetimler desteklerini üretici örgütlenmeleri üzerinden sunmalı, örgütlü olmayan üreticilerin örgütlenmesine ve tüketici ağlarının yaratılmasına destek olmalıdır. Bu bağlamda; küçük üreticilere destek olmak için;  et-süt-balık-bal entegre tesisleri, soğuk hava depoları, su, gıda ve toprak analiz laboratuvarları, yağmur suyu toplama, tohum ve fide desteği, doğal yem ve gübre üretimleri, küçük üreticilerin tarlasını sürme ve enerji ihtiyacını karşılama, hayvan yıkama makineleri gibi temel ihtiyaç alanlarında destek gücünü geliştirmeli ve arttırmalıdır. Kooperatiflerin ve birliklerin kolektif katılımına açık, tüketicinin de doğrudan ulaşabileceği güvenli gıda ve ürün pazar yerleri oluşturmalı, ürün nakliyatı ve ulaşımı için destekler sağlamalıdır. Ürünlerin etiketlenmesi, paketlenmesi, ambalaj ve analizlerinin yapılması konusunda destekler sunmalıdır.

- Tohum kütüphaneleri kurmak, bellek ve tarih koruma çalışmaları ve tarım müzeleri açmak, kent bostanlarını yaygınlaştırmak, endemik türleri geliştirmek ve geleceğe taşımak ile ilgili çalışmalar yapmalı. Doğal ürün üretimiyle ilgili pilot uygulamalar geliştirmeli ve çocuklara yönelik kırsal bilgiyi arttıracak faaliyetler hayata geçirmelidir.

-Yerel yönetimler, kendi bünyesinde olan veya kullanabilecekleri arazilerin kullanım hakkını topraksızlara, mevsimlik tarım işçilerine, zorunlu göç etmiş ailelere ya tarımsal üretim amacıyla tahsis etmeli ya da onlarla birlikte üretim planlaması yapmalıdır.

ÖRGÜTLENME İÇİN ÖNERİLER:

- Üretici örgütlenmeleri, çiftçi sendikaları ve kadın kooperatifleri kurulmalı ve yaygınlaştırılmalıdır. Yerellerde tarım alanındaki tüm demokratik kurumların, işçi, çiftçi ve tüketicilerin yer aldığı meclis tipi örgütlenmeler ve/veya koordinasyonların kurulması sağlanmalıdır.

-Tarım ekipmanları giderlerindeki fahiş artış ve ölçek sorunu nedeniyle atıl makine sorununu azaltmak amacıyla kooperatifler eliyle kolektif kullanıma açık tarım makineleri parkı oluşturulmalıdır.

-Hem çiftçi emeğinin korunması hem de gıda egemenliğini sağlamak amacıyla gıda toplulukları, kooperatifleri kurulmalıdır. Aracıların ve komisyoncuların olmadığı, denetimin karşılıklı güvene bağlı olarak yapıldığı, tüketicilerin talepleri ve ihtiyaçları doğrultusunda yapılan üretimle karşılık bulabilecek bir ilişki ağı yaratılmalıdır.

-Kooperatifçilik yasasının demokratikleşmesi için ve vergiden muaf bir sistem oluşturulması için partimizin bu yönde daha önce yapmış olduğu mevzuat çalışmaları uygulamaya geçirilmelidir. Kooperatif kararları ortak alınmalı ve ortak icra edilmelidir.

-Mevsimlik ve sürekli tarım işçilerinin yaşadığı temel hak ihlalleri kamusal bir denetimle derhal durdurulmalı, insan onuruna aykırı olan istihdam şekilleri sonlandırılmalıdır. İşçinin emek gücünün gerçek karşılığını aldığı, örgütlenme ve sendika kurma hakkının, iş güvenliğinin, sosyal güvencenin ve işsizlik sigortasının olduğu hak temelli çalışma koşulları yasal güvence altına alınmalıdır. Göçmen emeğinin rezerv işgücü olarak kullanılması engellenmeli, işçiler arasındaki ücret farklılıkları giderilmeli, tarım alanında çocukların çalıştırılması yasaklanmalıdır.

20 Eylül 2024