Grup Başkanvekilimiz Sezai Temelli, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Temelli, şunları söyledi:
Gazetecilerin katledilmesine ilişkin soruşturma açılması bir yana, gazetecilere yönelik saldırılar devam ediyor
Herkesi saygıyla selamlıyorum. Haftalık basın toplantımızda bazı belli önemli konulara değinmek istiyoruz. Bunlardan en önemlisi de geçen gün kaybettiğimiz gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin. Kendilerini bir kez daha rahmetle anıyorum ve ailelerine başsağlığı diliyorum. İki gazeteciyi, iki özgür basın çalışanını yitirdik. 5 yılda tam 13 gazeteciyi yitirdik. Dolayısıyla bu çok önemli bir sorundur. Bu konu dünya basınında gündem yapılmakta, fakat Türkiye’de bu konuyu gündem yapanlar gözaltına alınmakta. Şişhane’deki protestolarda 59 kişi gözaltına alındı, 9 kişi tutuklandı ve bunların arasında yine gazeteciler var. Gazeteci Öznur Diğer için de bugün bir soruşturma başlatılmış. Soruşturmanın nedeni de kamu görevlilerine hakaret. Aslında olay canlı yayında da önümüze çıktı. Kamu görevlilerinin ağza alınmayacak hakaretlerine karşı bir tepkiydi. Türkiye’de katliama dair soruşturma açılması ve konunun aydınlatılması bir yana, tam tersine, konunun aydınlatılmasına yönelik taleplere yönelik saldırılar, gözaltılar ve tutuklamalar devam ediyor. Biz konunun takipçisi olmaya devam edeceğiz. Sorumluların yargı önüne çıkarılması için de bugüne kadar olduğu gibi mücadelemizi vereceğiz.
Meclis bir yıl boyunca halk için bir şey yapmadı, sadece iktidar ve sermaye için çalıştı
Birkaç gün sonra Roboski'nin yıldönümü. Roboski’de 34 masum yurttaş hava saldırısında katledilmişti. Şimdi de İHA ve SİHA’larla Suriyeliler, gazeteciler, masum insanlar katledilmeye devam ediyor. Roboski’nin aydınlatılmaması, işte bu zihniyetin kendisini yeniden üretmesine ve bu katliamları yapmasına neden oluyor. Bu vesileyle, bir kez daha Roboski’de katledilenleri rahmetle anıyorum; sabırla adaletin tecelli etmesini bekleyen halkımıza da başsağlığı diliyorum. Yıl sonuna geldik, bir yılı geride bıraktık. Bir yıl boyunca Meclis ne yaptı? Halk için bir şey yapmadı. İktidar ve sermaye için bir şeyler yaptı. Bu şiddet aklını üretmek için, bu savaş aklını üretmek için elinden geleni yaptı ama ne emekçiler ne emekliler ne de engelliler için bir şey yaptı. Başta Kürt halkı olmak üzere, bu ülkede mağdur olanlar için bir şey yapmadı. Toplumsal barışa dair bir adım atamadık ve bir seneyi de böyle geçirdik. Geçtiğimiz hafta bütçe görüşmeleri tamamlandı. 39 gün mesai yapıldı komisyonla beraber. Bu 39 gün sonra bütçe yasallaştı. Bu konuya biraz sonra yine döneceğim.
Meclis tezkereci bir meclis olmaktan mutlaka kurtulmalıdır
Bu hafta devlet memurlarıyla ilgili kanun teklifi gelecek. Bu kanun teklifinde bir yıl boyunca yaşadıklarımız tekrar edecek. Herhangi bir sorunun çözümüne dair bir kanun teklifi değil. Torba yasa mantığıyla hazırlanmış ve önümüze gelmiş bir kanun teklifi. Meclis’in kanun tekliflerine ve çalışma şekline baktığımızda adeta bir noterlik makamı gibi çalıştığını görüyoruz. Saray’da hazırlanan kanun teklifleri geliyor. Hatta bazen bu kanun tekliflerinden ilgili bakanlığın habersiz olduğu ortaya çıkıyor. Burada oy çokluğuna dayalı olarak hem komisyon hem de Genel Kurul aşamasında kanun teklifleri tasdik ediliyor ve gidiyor. Bu kanun tekliflerinden yasalaşanların birçoğu Anayasaya aykırı. Bunlar Anayasa Mahkemesinden dönüyor, ancak başka bir kanun teklifinin içinde aynı maddeler tekrar geliyor. Aynı yöntemle, oy çokluğuyla geçip gidiyor. Yeniden Anayasa Mahkemesinde iptal edilip önümüze gelmesini bekliyoruz. En çarpıcı konulardan biri de tezkere konusu. 1980’den beri 80 tane tezkere çıkmış. Bir barış siyaseti üretmek yerine hala militarist akılla tezkereler üreten bir meclis. Bu karakterini koruyor. Bu karakterini koruduğu için de ne ülkeye beklenen barış geliyor ne toplumsal barış geliyor ne de Ortadoğu için belki de elzem olan barış ve diyalog sürecinin önü açılıyor. Her şeyden önce, önümüzdeki dönemde Meclis tezkereci bir meclis olmaktan mutlaka kurtulmalıdır.
Kuvvetler ayrılığı olmayan bir meclis halkın sorunlarına çözüm üretecek kanun yapamaz
Geçtiğimiz yasama döneminde bir kez daha gördük ki kuvvetler ayrılığı dediğimiz işleyiş mekanizmasından yoksun bir meclis halkın sorunlarına çözüm üretecek kanun yapamaz. O yüzden de yapamadı. Dolayısıyla ortada bir kuvvetler ayrılığı yok; yasama, yürütmenin vesayeti altında sıkışmış durumda. Yargının da siyasallaştığı bir ortamda demokratik bir adımın atılması ve meclisin işlevini yerine getirmesi çok da mümkün değil. Mümkün de olmadı. Peki denetleme mekanizması çalıştı mı? O da çalışmadı. Başta DEM parti olmak üzere, Meclis’teki muhalefet partilerinin bütün çabalarına rağmen herhangi bir teklifinin yasalaşması mümkün olmadı. Hatta mevcut yasalarda önerdiğimiz düzenlemeler de maalesef bir türlü iktidar partisi tarafından kabul görmedi. Bir değişikliğe gidilmedi. Biz adeta bir ana muhalefet partisi gibi, topyekün bir muhalefet mücadelesini hem toplumun bütün kesimleriyle sokakta, halkın arasında hem de Meclis’te vermeye devam ettik. Bugünden sonra da vermeye devam edeceğiz. Barış ve demokrasi mücadelesi vazgeçilmez yol haritamızdır. Bundan asla taviz vermeden, önümüzdeki yasama döneminde de 2025 yılında da bu mücadeleyi vermeye devam edeceğiz. 2024 yılı yasama faaliyetlerine baktığımızda, örneğin Öğretmenlik Meslek Kanunu geldi. Öğretmenlerin haklarını savunduk, fakat çıkıp giden yasaya baktığınızda aslında bu meslek alanının nasıl daha da içinden çıkılmaz bir yere sürüklendiğini gördük. Eğitim alanındaki sorunları zaten biliyorsunuz. Öğretmenlerin birbiriyle yarışacak, rekabet edecek bir yere sürüklendiğini gördük. Oysa bu meslek başka bir meslek; bu meslek, diğer iş alanları gibi değerlendirilecek bir meslek değil. Dolayısıyla kar ve rekabet hesabıyla yaklaşacağımız bir meslek değil. Ancak geçen yasama döneminde bunu gördük.
Servet dağılımındaki eşitsizliği ortadan kaldıracak bir vergi düzenlemesi yapılmalıdır
Meclis’e tasarruf paketi de gelmişti. “Şimşek Programı” sözde bir tasarrufun üzerine oturuyordu. Tasarruf yaptıkları şey ne oldu? Öğrencileri okula taşıyan araçlardan, okulların temizlenmesinden, emekçinin haklarından tasarruf ettiler. Her şeyden tasarruf ettiler ama esas tasarruf etmeleri gereken şeyden hiç tasarruf etmediler. Tasarruf edemedikleri için de zaten bütçe açıkları devam ediyor. Tasarruf edemedikleri için faiz yüksekliğini koruyor, kriz aynen devam ediyor. Bu anlayışla tasarruf etmeleri mümkün değil, çünkü teşhisleri yanlış. Enflasyonla, ülkedeki ekonomik krizle ilgili teşhisleri yanlış. Vergi paketi de geldi. Vergi ve Türkiye deyince akla adaletsizlik geliyor. Türkiye neredeyse vergi cennetine dönmüş bir ülke. Gelen vergi paketleriyle ülkede bir nebze adalet sağlansın, vergideki adaletsizlik azalsın diye bekliyorsunuz ama vergideki adaletsizlik daha da derinleşiyor, daha da içinden çıkılmaz hale geliyor. Gelir ve servet dağılımı bozukluğu ortada. Bu eşitsizlikleri ortadan kaldıracak bir vergi düzenlemesi yapmak yerine, yine her zamanki gibi dolaylı vergilerle vergi yükü halkın sırtına yüklendi. Vergi paketi de bunu pekiştirdi.
Getirdikleri paketlerle sorunları çözmek yerine derinleştiriyorlar
Yargı paketi de geldi. Milyonlarca insan adalet bekliyor bu ülkede. Ancak yargı paketinden adalet çıkmadı, yine adaletsizlik çıktı. Bugünkü iktidarın özelliği adeta bu. Getirdikleri paketlerle sorunları çözmek yerine onları kalıcılaştırıp derinleştiriyorlar. Yargı paketinde de bunu gördük. Her şeyden önce cezaevleri çözüm bekliyor. Cezaevlerinde işkence var. Cezaevlerinde hasta mahpuslar, çocuklar, kadınlar var. Cezaevlerinde bu yargı sisteminden dolayı yaratılmış büyük mağduriyetler var. Başta da siyasi tutsaklar var. Dolayısıyla her yargı paketi geldiğinde, adına “infaz düzenlemesi” ya da “kısmi af” ne derseniz deyin ama toplumun büyük bir beklentisi var. Toplumda, cezaevlerinin sorunlarının çözülmesi beklentisi var, çok önemli bir duyarlılık var. Ancak gelen paketlerde bugüne kadar herhangi bir düzenleme söz konusu olmadı. Şimdi de önümüzde onuncu yargı paketi düzenlemesi var. Bu yargı paketinde, cezaevlerinin yaşadığı sorunları çözecek bir infaz düzenlemesinin -ki adına kısmi af denilebilir- olmasını bekliyoruz. Kamuoyu bunu bekliyor. Cezaevlerinde haksız ve hukuksuz bir şekilde tutulan insanlar bekliyor. Bu siyasi tutsaklığın bir an önce son bulması artık Türkiye açısından, Türkiye demokrasisi ve toplumsal barışı açısından bir önceliktir. Bunun da artık Türkiye’de tartışılmasını istiyoruz.
Etki ajanlığı muhalefeti susturmanın bir başka aracıdır
Bir başka yasa geldi geçti: Hayvanları Koruma Kanunu. Yasanın adı buydu ama hayvanları büyük bir katliam bekliyordu. Bir hayvan soykırımıyla karşı karşıya kalabilirdik. Muhalefet bu anlamda DEM Parti öncülüğünde önemli bir dayanışmayı ortaya koydu. Ekoloji anlayışına sahip bir parti olmanın ne denli önemli olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Bütün dünya kamuoyu da partimizle dayanışmayı sergiledi. Bir nebze olsun geri adım attırabildik ama risk devam ediyor. Doğaya da karşı olan bu anlayış, hayvanlara yönelik zalimane yaklaşımını devam ettiriyor. Zaman zaman bazı vakalarda bunu görüyoruz.
Bir başka önemli başlık da etki ajanlığıydı. Şimdilik geri püskürttük diyebilirim. Fakat tamamıyla vazgeçilmiş değil; 2025’e sarktı, yeniden önümüze gelecektir. Etki ajanlığı, muhalefeti susturmanın bir başka aracıdır. Muhalefetten kastımız da sadece siyasal muhalefet değil. Toplumsal kesimleri susturmayı amaçlayan; gazetecileri, yazarları, araştırmacıları, herhangi bir şekilde görüş beyan eden insanları neredeyse ajan olarak değerlendirmeyi amaçlayan bir çalışmaydı. Muhalefet topyekün direndi. Direndik ve geri adım attılar. Ancak yeniden önümüze gelme olasılığı yüksektir. Tüm kamuoyu bu konudaki duyarlılığını kaybetmesin.
Narin Güran cinayetiyle ilgili komisyon işlevini yerine getirmedi
Çok acı olaylar yaşandı, bunlar Meclis gündemine de geldi. Bunlardan biri de Narin Güran cinayeti. Narin’in katledilmesi, vicdanlarda kabul edilemez yaralar açtı. Hem katledilme şekli hem de naaşına o kadar gün sonra ulaşılması ve orada yaşanan olaylar özelinde aslında önemli bir duyarlılık Meclis’e taşındı. Mücadelemizle bir araştırma komisyonu kuruldu. Tabii ki mesele bir tek cinayet değildi. Bu ülkede çocukların uğradığı şiddet, taciz ve istismar meseleleri çok önemlidir. Bu konu araştırılsın diye bir araştırma komisyonu kuruldu ama maalesef Genel Kuruldaki AKP-MHP zihniyetinin komisyonlara da yansıdığını görüyoruz. Komisyonlar meselelerin üzerine sağlıklı bir şekilde gidebiliyor mu? Bu konuda olumlu konuşamayacağım. Araştırma komisyonları, kurulmuş olmak için kurulmamalı; gerçek anlamda işlevlerini yerine getirebilmelidir.
Kadın cinayetleri için kurulan komisyonun başkanlığına bir erkek getirildi
Bir başka olay da “Yenidoğan Çetesi” olarak karşımıza çıktı. Bu konuda da mücadelemiz ve toplumun çok önemli duyarlılığıyla bir araştırma komisyonu kuruldu. Bu konuda da çalışmalar var ama iktidar meseleyi tıkamaya, geçiştirmeye yönelik tavırlar sergiliyor. Bu kabul edilemez. Olayın her boyutuyla açığa çıkması önceliğimizdir. 425 kadın katledildi şu saate kadar. Resmi rakamlar bunlar. Resmi olmayan rakamlar da var. Farklı nedenlere bağlanan cinayetler var ama 425 kadın cinayeti de az değil. Bu konuda da bir araştırma komisyonunun kurulmasını önerdik. Komisyon kuruldu ama başkanı erkek. Bu bile meseleye yaklaşma açısından AKP iktidarının zihniyetini ortaya koyuyor. Dolayısıyla kadınlar bir erkek şiddetiyle karşı karşıyalar. Bazen cinayet olarak, bazen farklı saldırılar olarak karşımıza çıkıyor. Bir komisyon kuruyorsunuz ve başına bir erkeği getiriyorsunuz. Bu konuda söylenecek söz açıkçası bulamıyorum.
Ağırlaştırılmış müebbet cezası alanların şartlı salıverilme koşullarının sağlanması için kanun teklifi verdik
Önemli kanun teklifleri verdik. Bir tanesi ağırlaştırılmış müebbet cezası alanların şartlı salıverilme koşullarının sağlanmasına yönelikti. Ağırlaştırılmış müebbet cezası alanlar çok uzun süre cezaevinde kalıyor. Bu süre boyunca çok ciddi hastalıklarla karşı karşıya kalıyorlar. Abdulkadir Kuday bunlara bir örnekti. Maalesef kendisini kaybettik. Tedavisi mümkün olabilirdi. Şartlı salıverilme koşulları sağlanmış olsaydı belki de hayatta olacaktı. Fakat Abdulkadir Kuday tek örnek değil. Çok sayıda hasta mahpus söz konusu. Vermiş olduğumuz çok önemli bir kanun teklifiydi. Umarım 2025 yılında, tüm partiler bu konuda önemli bir duyarlılık ortaya koyarlar ve hasta mahpuslar konusunda bir adım atılabilir.
Asgari ücret yoksulluk sınırının yarısının altında olmamalıdır
Bir başka kanun teklifi daha verdik. Asgari ücretle ilgiliydi bu teklif. Bugünlerde Asgari Ücret Tespit Komisyonu asgari ücreti belirleyecek, sonra da Cumhurbaşkanı her zamanki gibi çıkıp bir favour (feyvır) yapacak. 500 lira mı, 1000 lira mı yapar bilemiyoruz. Dolayısıyla asgari ücret yine açlık sınırının altında kalacak ya da açlık sınırında belirlenecek. Geçen sene açlık sınırının biraz üstünde belirlenmişti. Şubat ayı sonunda açlık sınırıyla eşitlenmişti. Gerçekçi bir asgari ücretin belirlenmesi için, kanun teklifinde de belirttiğimiz üzere, asgari ücret yoksulluk sınırının yarısının altında olmamalıdır. Yoksulluk sınırının yarısının altında olan bir asgari ücret, insanları açlığa ve yoksulluğa mahkum etmenin bir başka adıdır. Asgari ücret sıklıkla güncellenmek zorundadır. Diğer ücretler de buna göre belirlenmelidir. Oysa Türkiye’de asgari ücret 17 bin 2 lira. Fakat ortalama ücret sanmayın ki öyle 50-60 bin lira. Ortalama ücret de 21-22 bin lira. Dolayısıyla inanılmaz bir felaket tablosuyla karşı karşıyayız. Türkiye’de çalışanların yüzde 85’i asgari ücretin etrafında maaş alıyor. Asgari ücretin altında da ücret alanlar var. Bu da Türkiye’de çalışanların yüzde 5’inin üzerinde bir kesime karşılık geliyor.
Kayyım darbesini savunanların o mekanikten beslendiklerini çok iyi biliyoruz
Vergi dilimlerinin düzenlenmesine yönelik bir kanun teklifi verdik. Vergi dilimleri dediğimiz şey, vergiyi tabana yayan ve vergi yükünün emekçiler üzerinde kalmasına neden olan düzenlemedir. İşte bunun adaletli hale getirilmesi için bir kanun teklifi verdik. Ne yazık ki bu da henüz gündeme alınmış değil. Engelli istihdamının artırılmasına yönelik kanun teklifi verdik. Çünkü Türkiye’de 10 milyonu aşkın engelli var ama engellilerin birçoğu yardımlarla ya da aile içindeki dayanışmayla ayakta durabiliyor. İstihdam alanında engelliler kendilerine yeterince yer bulamıyor. Engellilerin mağduriyeti yoksullukla beraber pekişmektedir.
Geride bıraktığımız dönemin önemli bir başlığı da kayyımlardı. Yerel seçimlerden sonra iktidar yine kayyımcı anlayışını ortaya koydu. Kürt halkının iradesini yok sayarak kayyım atamaya başladı. Gerekçe olarak da OHAL döneminde çıkarılan bir darbe yasasının, bir KHK düzenlemesinin yansımasını gördük. Bunu savunuyorlar. Darbe dönemini savunanların, darbe hukukunu savunanların o mekanikten beslendiklerini çok iyi biliyoruz. Bunun iptaline yönelik de 10 muhalefet partisinin ortaklaştığı bir kanun teklifi verildi. Bunun bir an önce yasalaşması, iktidarın da bu konuda adım atması iktidara çağrımızdır. Çünkü Türkiye’nin sorunlarını çözmek istiyorsak, bu ancak demokrasinin şartlarıyla mümkün olabilir. Darbe şartları içinde bunu sağlayamazsınız.
2025 Bütçesi halkın derdine çare olamayacak; 2025 yılı 2024’ten çok daha zor geçecek
Geçen hafta bütçeyi konuştuk. Bu bütçe de tıpkı bir yıl boyunca çıkardıkları yasalar gibi halkın derdine çare olamayacak. 2025 yılı 2024’ten çok daha zor geçecek. Bütçe rakamları bize bunu gösteriyor. Özellikle yoksul halkımız için, emekçiler için bütçenin vadettiği umutlu bir durum yok. Ama sermayenin işleri tıkırında gidecek. Çünkü 3 trilyon liraya yakın, hatta biraz daha fazla bir vergi harcaması söz konusu. Bu, şu demek: “Ey sermaye, ben senden bu kadar vergi almayacağım, almak istemiyorum”. Her ne kadar Şimşek, “Öyle değil, biz emekçiler için vergileri almıyoruz” diyorsa da bu söyledikleri gerçeği yansıtmıyor. Tamamen sermaye için vazgeçilen bir rakamı gösteriyor. Bu yapıldığı sürece zaten Türkiye’de ne vergi adaleti sağlanabilir ne de bütçe açıkları kapatılabilir. Bütçe açığı 2,3 trilyon lira. Başlangıç rakamı. Bu bütçede önerilecek faiz rakamı 1,9 trilyon liranın üzerinde, yani neredeyse 2 trilyon lira. Bunları üst üste koyduğunuzda yaklaşık 7-8 trilyon lira zaten önemli bir kriz bütçesi var. Vergi harcaması ve bütçe açığı. Böyle bir bütçe ile ekonomik istikrar mümkün mü? Mümkün değil. İşte enflasyon rakamı ortada. En son Merkez Bankası enflasyonu yine yukarıya doğru güncelledi. Enflasyon artmaya devam ediyor. O zaman hiçbir hesabınız tutmuyor. Tutmaz tabii. Yaptığınız bütçe zaten hesapların tutmayacağını gösteriyor. Sayın Cevdet Yılmaz çıkıp bize depremden bahsetti. Deprem olalı kaç yıl oldu? Depremle ilgili zaten deprem bütçesi yaptık, ek bütçe olarak da bu kadar kaynak ayırdık. Ancak kimse konutuna kavuşamamış. Çünkü bunlar parayı alıp kullanmışlar. Biliyorsunuz Mehmet Şimşek'in böyle bir huyu var. Deprem vergileriyle yol yapmak gibi huyları var. Yine bu parayı alıp başka yerlerde kullanmışlar. Depremden etkilenenler konutlarına ulaşamıyorlar. Ama biz Genel Kurulda şunu dinliyoruz: “Deprem oldu, o yüzden ekonomimiz böyle”. Böyle bir şey yok! Pandemi yine aynı şekilde. Peki, dünyada ekonomi düzeldi de Türkiye’de niye düzelmedi? Demek ki siz ekonomiyi de siyaseti de yönetemiyorsunuz.
Meclis’in çözüme açılması, İmralı’nın kapılarının açılması gerekiyor
Gelir dağılımındaki adaletsizlikler ortada, bölgesel eşitsizlik ortada. Bugün Kürt illerinin yaşadığı mağduriyet çok ciddi boyutlara ulaşmıştır. Fakat biz bütçe görüşmelerinde “şu kadar büyüdük, AB’de şöyle olduk” gibi bir hamasi sözler dinledik. Hamaset sadece siyasette yapılmıyor, ekonomide de yapılıyor. Ekonomideki hamaset bu bütçeye damgasını vurdu. Halkın hiçbir derdinin çözülemeyeceği bir bütçe bizi bekliyor. Bu bütçeye baktığımızda, önümüzdeki yıl Türkiye açısından zor bir yıl olacak. Bu zorluğu aşmanın yolu da Türkiye’nin barışa ve demokrasiye kavuşmasından, bu anlamda bütçenin yenilenmesinden geçiyor. Artık hukuksuzlukla değil bir hukuk devleti anlayışıyla yol almak gerekiyor. Hukuk devletini var edeceğimiz en önemli mekan da Meclis’tir. Meclis’in barışa, demokrasiye ve müzakereye açık bir zihniyete vardırılması gerekiyor. Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesi değil yeniden kazandırılması gerekiyor. Siyasi tutsaklığa son verecek yasaları hayata geçirecek adımların atılması gerekiyor. Kürtçeye saygı gerekiyor, mikrofonun kapatılmaması gerekiyor. Bugün artık Türkiye halklarının barışa olan özlemi bu kadar büyümüşse, İmralı kapılarının açılmasının arifesinde herkes büyük bir beklenti içindeyse Meclis de üzerine düşeni yapmalıdır.
Soru: İmralı ziyaretiyle ilgili herhangi bir gelişme var mı?
Bize ulaşmış hala bir resmi dönüş söz konusu değil. Zaten daha önce de ifade ettik. Bize bir dönüş olursa hem basınla hem de kamuoyuyla paylaşacağız. Ancak henüz bir dönüş söz konusu değil. Çeşitli yorum ve açıklamalar yapılıyor. MHP Genel Başkanı da açıklama yapıyor, beklentilerini dile getiriyor ama resmi bir dönüş hala söz konusu değil.
23 Aralık 2024