Temelli: Ekonomi tablosu ciddi bir yozlaşmanın ve çürümenin göstergesidir

Grup Başkanvekilimiz Sezai Temelli, TBMM’de basın toplantısı düzenleyerek gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Temelli, şunları söyledi:

Halk depremden sonraki 3 gün boyunca yaşadıklarını hiç unutmadı 

Dün deprem bölgesindeydik, orada yaşanan acılara tanık olduk. İnsanlar sokaklarda, “Unutmak yok, affetmek yok, helalleşmek yok” diye bağırıyor. Unutmak yok evet, affetmeyeceğiz ve hesap soracağız. Çünkü bu katliamın müsebbipleri 50 binden fazla canımızın yitip gitmesine neden oldu, 100 binden fazla insanın engelli kalmasına neden oldu. İnsanların birçoğu da bugün hala yaşam mücadelesi veriyor. Sloganlar bunları ifade ediyordu. Aslında protestolar da çok net gösterdi. Bu acıları yaşayanlarla, halkımızla büyük bir dayanışma içinde orada olduk. Gerçi iktidar da bakanını yollamış, fakat halk bakana gerekli cevabı verdi. Çünkü deprem sonrasındaki 3 gün boyunca oraya gelmeyen devlet, aslında hala orada yok. Devleti ve bakanını kabul etmeyen, onun bu yaklaşımını kabul etmeyen halk gerekli tepkiyi de çok iyi verdi. Bakan arkasına bakmadan kaçıp gitti. Halk belediye başkanına da aynı tepkiyi gösterdi. Halk unutmuyor. Bu yaşananları ve özellikle deprem anından itibaren 3 gün boyunca yaşananları unutmadığını halk çok net bir şekilde ortaya koydu.

75 bin konut hedeflemişlerdi ama 7 bin konutu ancak bitirebildiler

3 gün boyunca devletin olmama nedenini bizzat Cumhurbaşkanı itiraf etti. Depremin birinci yılında adeta bu itirafla neden orada üç gün olmadıklarını anlattı. Kazanamadığı belediyeye hizmet götürmeyeceğini dile getirdi. Belediye seçimlerine angaje olmuş bir aklın itirafından başka bir şey değildi bu. Hizmet götürmediler. Üç gün boyunca insanlar soğukta enkazın altında donarak can verirken, onlar bu belediye kimin, bu belediyeyi nasıl kazanırız hesabı yapmakla meşgulmüş demek ki. Bir yıl sonra bunu da çok net ifade ettiler. Hizmet götürmemişler, bunun belgesi de var. Neden götürmediklerinin tablosu da var. 31 Mart’a kadar 75 bin konut bitirmeyi hedeflemişler ama 7 bin konutu ancak bitirebilmişler. 680 bin konuta hala ihtiyaç var. Bu 7 bin konutun dağılımına ya da hedefledikleri 75 bin konutun dağılımına baktığımızda, işte o ayrımcı zihniyet kendisini bir kez daha ortaya koyuyor.

Kent suçlarının maliyetini halklarımız ödüyor

Antep Belediyesi kimin, AKP’nin. Evlerin yüzde 36’sı Antep’e yapılmış. Hatay Belediyesi kimin, muhalefetin. Evlerin sadece yüzde 4’ü Hatay’a yapılmış. Aradaki 9 katlık bu fark bile ayrımcılığı teşhir etmeye yetiyor. Erdoğan sözlerinde “samimi”, çünkü her zamanki o ayrımcı söylemiyle halka yaklaşmaya devam ediyor. Sadece Erdoğan mı? Bugün de Sayın Özhaseki’nin açıklamasını gördük. Bir yeri ziyarete gitmiş ve orada demişler ki “İyi ki deprem olmuş, evimiz yıkıldı da villalara kavuştuk.” Villa diye anlattıkları aslında köy evleri. Yani iktidarın zihniyeti şu; ölen ölsün kalan sağlar bizimdir, eviniz başınıza yıkılsın, eğer siz canlı çıktıysanız biz işimize bakalım, seçimlere bakalım. Bakın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığı da aslında bu anlama geliyor. İstanbul’u depremle tehdit eden bir Kurum hadisesi var karşımızda. Biliyorsunuz büyük depremler olduğu sırada bakandı. Deprem kayıplarının en temel nedenlerinden biri imar aflarıydı ve onun döneminde hayata geçmişti. Kent suçlarının maliyetini maalesef halklarımız ödemeye devam ediyor.

Kaynakların büyük bir kısmı Kürt sorunu çözümsüz kalsın diye savaşa ve silaha ayrıldı

Doğal afetler neden katliama dönüşüyor? Çünkü karşımızdaki zihniyet aslında kent suçlarını işlemeye devam ediyor. Nasıl ki insan hakları konusunda karneleri ortadaysa, kent suçları konusunda da karneleri ortada. 1999 depreminden çıkarılacak o kadar ders vardı. 25 yıl geçti ve bu 25 yıl boyunca hiçbir şey yapmadılar. Şimdi çıkıp diyorlar ki dirençli kentler yaratacağız. Neyle yaratacaksınız? Tabii ki halkın kaynaklarıyla. Peki, siz bu kaynakları 25 yıl boyunca ne yaptınız? Bu kaynakların büyük bir kısmı Kürt sorunu çözümsüz kalsın diye savaşa ve silaha ayrıldı, bir kısmı da yolsuzluğa ayrıldı. Evet halkın kaynaklarını, halkın ihtiyaçları için kullanmak yerine Kürt düşmanlığı için savaşa ayırdınız ve yolsuzlukla bir rant ekonomisi yarattınız. Sonuç ne oldu? 6 Şubat depremlerinin sonucu aslında bu anlattıklarımızın hazin bir tablosundan başka bir şey değil. 10 binlerce insanın yitip gitmesinin nedeni bir yönetim zafiyetidir. 25 yılda bunları halledebilmek varken, siz bu ülkenin sorunlarını çok daha derinleştirdiniz ve büyük yapısal krizleri beslemeye devam ettiniz. 

Özgürlük Yürüyüşümüz ile “Kürt sorununda demokratik çözüm tecridin sonlanmasıyla mümkün” diyoruz

Bugün kayyım kentlerinde bir yürüyüş var. Milletvekillerimizin öncülüğünde güçlü bir yürüyüş sergileniyor tecride karşı. Evet 99 depreminden bugüne 25 yıl geçti. 25 yıldır bu ülkede tecrit var. Bunların arasında bir illiyet bağı var. Bu bağı görmeden siyaset yapamazsınız. Bu ülkede bu krizler yaşanıyorsa en temel nedeni işte bu siyasi krizdir. 25 yıl boyunca tecride mahkum edilmiş bir ülkede ne hukuk kalır ne adalet kalır ne de herhangi bir yapısal çözümü gerçekleştirecek olan siyasi irade kalır. O siyasi irade yok. O siyasi irade olmadığı için de bugün bu sorunlarla boğuşuyoruz. Bu yürüyüşle biz Türkiye halklarına, Türkiye toplumuna ve dünyaya bir kez daha çağrıda bulunuyoruz. Kürt sorununda demokratik çözüm tecridin sonlanmasıyla mümkün diyoruz. Bugün Türkiye’de 108 hapishanede açlık grevleri var, 73’üncü gününe ulaştı. Açlık grevinde olan siyasi tutsaklar Türkiye toplumuna bir çağrı yapıyor. Gelin bu tecridi sonlandıralım diyorlar. Eğer bunu sonlandırmazsak, Kürt sorununda demokratik çözümün önünü açmazsak bu siyasi krizlerin son bulması mümkün değil. Siyasi krizlerin son bulmadığı bir ülkede de işte depremlerin sonuçları bir katliama dönüşür.

Ekonomi tablosu ülkede ciddi bir yozlaşmanın ve çürümenin hakim olduğunu gösteriyor

Bir deprem raporu hazırladık Maraş ve Pazarcık’a dair. Sorunlara baktığınızda aslında 25 yılın hikayesini görmek mümkün. Nelerin yapılmamasının nelere yol açtığını buradan okuyabiliriz. Siyasi krizi çözemediğiniz müddetçe ekonomik kriz devam edecek dedik. Devam ediyor. Ekonomideki tabloya hep beraber baktığımızda ciddi bir yozlaşmanın ve çürümenin hakim olduğunu görüyoruz. Merkez Bankası Başkanı affıyla ve yerine atanan yeni başkanın açıklamalarıyla içinde bulunduğumuz çürüme kendisini olabildiğince gösterdi. Merkez Bankası Başkanının gideceğini söylemiştik bütçe görüşmelerinde. Çünkü kendisi başkan olma vasfına sahip değildi. Özel bir bankadan çıkmış gelmiş. Merkez Bankası ciddiyetine sığmayacak bir ciddiyetsizlikle konuşuyordu. O sırada ekonomideki gidişat ise felakete doğru bir sürükleniş. Yerine gelen yeni başkanın ilk açıklaması Şimşek’in açıklamasının kopyasından başka bir şey değil. Neden, çünkü o da başkan olma vasfına sahip değil. Yani liyakat denilen bir değer ortadan kalkmış durumda. Diğerini özel bankadan getirdiler, bunu da özel şirketten getirmişler. ABD’de bir özel şirket deneyimi varmış. Merkez Bankası başkanlığını yürütecek Sayın Fatih Karahan, “Enflasyonun nedeni ücretlerdir” diyor. Bundan bir ay önce Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek de öyle söyledi. Bunun böyle olmadığını Şimşek’e bütçe görüşmeleri sırasında biz söylemiştik. “Hesap bilmiyorsun, hesap bilmeyen insandan Hazine Bakanı olmaz” demiştik.

Krizin faturası işçi ve emekçinin üzerine yıkılmaya devam ediyor

Bugün Türkiye’de yaşanan enflasyonun sadece ve sadece yüzde 5’i talep nitelikli baskıyla oluşuyor. Geri kalan yüzde 95’i maliyet etkilidir. Hatta bu yüzde 95’in çok büyük bir kısmı, neredeyse yarısı, karlardan ve rantlardan kaynaklanan bir etkiyle ortaya çıkmaktadır. Şimdi siz bu hesabı yapmıyorsunuz, kolayınıza geleni yapıyorsunuz. Emeğe, işçiye ve köylüye saldırmaya ve fiyat artışlarının nedeni olarak emekçilerin, emeklilerin aldığı o sefalet ücretlerini göstermeye devam ediyorsunuz. Bunu neden yapıyorsunuz? Bunu bilinçli bir şekilde yapıyorsunuz. Çünkü 31 Mart’tan sonra emeklinin, emekçinin, köylünün boğazını sıkmak için hazırlanıyorsunuz. Yine Sayın Şimşek, “Hedeflerimizi Şubat’tan sonra tutturacağız, Mart’tan sonra tutturacağız” diyor. Sen 8-9 aydır bakansın ve hiçbir hedefini tutturamadın. Hedefini tutturamayacaksın. Çünkü doğru yere doğru gözlerle bakmıyorsun. Bu sermaye yanlısı, rant yanlısı anlayış bizi krizden krize sürüklemeye devam ediyor. Kur Korumalı Mevduatın yaratmış olduğu krizi de yılın başında aşacaklardı, 2024’ün sonuna ötelediler. Şimşek bir de “Dış ticaret açığında önemli bir gelişme yakaladık” diyor. Gerçekten aklımızla mı alay ediyor, yoksa kendisinin mi rakamlarla arası gerçekten bozuk anlamakta zorluk çekiyoruz. 2022 yılında 109,5 milyar olan dış ticaret açığı, şimdi 106 milyar dolara indi diye neredeyse övünecekler. 3 milyar dolar, övündüğü şey bu. Bunun cari açık üzerinde hiçbir etkisinin olmayacağını kendisi de çok iyi biliyor. Peki, neden bu saçma sapan açıklamaları yapıyorlar? Çünkü ekonomik tablo hazin, kriz giderek derinleşmektedir ve krizin faturası işçinin ve emekçinin üzerine yıkılmaya devam etmektedir. 

Asgari ücret daha insanların eline geçmeden erimeye başlıyor

Enflasyon rakamları açıklandı. Hedeflerini tutturuyor görüntüsünü sergilemek için yine 65 altında tuttular. Oysa hissedilen enflasyon neredeyse ENAG’ın açıkladığı rakamlara yakın. Resmi manşet enflasyonu iki, hissedilen bir enflasyon vardır. Çarşı pazardaki geçim sıkıntısı, hayat pahalılığı insanların hissettiği enflasyonu açıklamaktadır. Asgari ücret daha insanların eline geçmeden erimeye başlamıştır. Ne kadar eridiğine de açıklanan manşet enflasyonla bile vakıf olduk. Çok ciddi bir erime, ücretlerde yüzde 10 civarında erime söz konusu. Kaldı ki emekli maaşlarındaki düşüklük de bize bunu gösteriyor. Siyasi kriz çözülmeden ekonomik kriz çözülmez. Siyasi krizi çözmenin yolu da Kürt sorununda demokratik çözümdür, yoksullukla mücadeledir. Oysa savaşa ve yolsuzluğa devam eden bir akıl, bizi yolsuzluk endeksinde yukarıya taşıyabilir ama iktisadi krizin giderek derinleştiği bu ülkede refahtan ve barıştan uzaklaştırmaya devam eder.  

Bakın bu hafta Maden Kanunu’nda değişiklik söz konusu olacak. Genel Kurul’a gelen bu kanuna bile baktığımızda bu zihniyet kendisini çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Emeğe, emekçiye böyle bakan bu çarpık zihniyet, doğaya da aynı çarpık zihniyetle bakıyor. 4’üncü maddede “denizde” ifadesinin yerine “suda” koyarak bütün su kaynaklarını bu madencilik eliyle ticarete açıyorlar. Yani yeniden bir talan sürecini başlatıyorlar. Türkiye’deki çok önemli su kaynakları ve göller risk altındadır.

Dolarizasyon denilen mesele her yeri kapsamıştır

Van Gölü, Salda, Abant gibi aslında birer doğa harikası olan bu ülkenin gölleri çok ciddi tehdit altındadır. Van Gölündeki tehdit giderek artmakta, göl ölmektedir. Bu gölleri, doğayı kurtarmak yerine adeta bunları yok etmeye yönelik bir yasayla karşı karşıyayız. Çünkü buralarda “su üstü yenilenebilir” denmesine rağmen aslında doğayı tüketen bir enerji politikasının hayata geçirileceğini göreceğiz. İlginç bir madde de 7’inci madde. Sözleşmelerin TL üzerinden değil dolar ve euro üzerinden yapılacağına dair bir madde. Aslında bu, bize ekonominin içinde bulunduğu durumu göstermesi açısından önemli. TL’ye artık kimse güvenmiyor, kimse ihalelere girmiyor. Dolayısıyla artık dolarizasyon denilen mesele her yeri kapsamıştır ve gündemimize bu maddeyle de girmiştir.

SORU: Başak Demirtaş'ın adaylığı konusu partiyle birlikte mi kararlaştırıldı?

Başak Demirtaş ile müzakere yapılmış ve ortak karara ulaşılmıştır

Sayın Demirtaş’ın açıklamaları medyaya ulaştı. Kendi açıklaması. Kendi açıklamasında çok açık bir şekilde de dile getiriyor. Her şeyden önce belirtmek isteriz ki Sayın Başak Demirtaş'ın adaylık sürecindeki açıklamaları gerçekten partimize ve mücadelemize güç katmıştır. Biz hem Sayın Başak Demirtaş ile hem tüm arkadaşlarımızla büyük bir mücadelenin parçasıyız. Birlikte eğitiliyoruz, birlikte düşlüyoruz, birlikte yol yürüyoruz. Bu süreçle ilgili de Parti Sözcümüz Ayşegül Doğan Pazar günü bir açıklama yapmıştı. Bizim İstanbul’da aday çıkaracağımızı, aday meselesinin kurullarımızda değerlendirildiğini, 9 Şubat günü bu konuyla ilgili açıklama yapılacağını söylemişti. Bu süreç için de kurullarımız çeşitli adaylarla görüştüğü gibi Sayın Başak Demirtaş ile müzakere yapmış ve ortak bir karara ulaşılmıştır. Bunun neticesinde de kendilerinin açıklaması biraz önce kamuoyuna ulaştı. Kamuoyu bu konuda bilgilendirildi. Nasıl ki aday olduğundaki açıklaması bize güç verdiyse, şimdiki açıklaması da güç vermiştir. Birlikte yürüyoruz, mücadeleye devam ediyoruz. Parti olarak 31 Mart yerel seçimlerinden çok güçlü bir şekilde çıkacağımıza inanıyoruz. DEM Parti’nin güçlenmesi, bu ülkede demokrasi mücadelesinin güçlenmesidir. İşte depremden bahsettik, yerel yönetim anlayışlarından bahsettik. Hatay’da saat 04.17de o insanların haykırışlarını duysaydınız, Türkiye’nin yerel demokrasiye, yerinden yönetim anlayışına ne kadar ihtiyaç duyduğunu hissederdiniz. Amacımız başta kayyım coğrafyası olmak üzere kayyımlardan kurtulup Türkiye’nin her yerinde yerel yönetimlerde söz sahibi olmaktır. Bunun mücadelesini Başak Hanımla, Selahattin Başkanla, DEM Partili olan bütün yoldaşlarımızla birlikte vermeye devam ediyoruz.

Soru: Adaylarınızı ne zaman açıklayacaksınız? Ayın 9’unda İstanbul adayınızı açıklayacak mısınız?

9 Şubat’ta açıklamayı hedefliyoruz. Bu konuda kurullarımız çalışmalarını yürütüyor.

7 Şubat 2024