Temelli: Erdoğan DEDAŞ’ın suçlarını örtbas etmeye çalıştı ancak gerçeklik ortada

Grup Başkanvekilimiz Sezai Temelli, TBMM'de düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Temelli, şunları söyledi: 

Günaydın, rojbaş, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Öncelikle Bolivya’daki darbe girişimine karşı seçilmiş hükümetin yanında olduğumuzu ben de bir kez daha buradan dile getirmek istiyorum. Dünyanın neresinde olursa olsun tüm darbelere karşıyız ve darbelere karşı olan duruşumuzu ortaya koymaya devam edeceğiz. İktidardan da bir açıklama geldi. Darbeye karşı olduklarını dile getirdiler. Ömer Çelik’in açıklamasında bunu duyduk. Bu samimiyetsiz açıklamayı da bir kez daha ben dile getirmek istiyorum. Madem darbelere karşısınız Hakkari'de kayyımın ne işi var? Kayyım bir darbe pratiğidir. Darbelere karşıysanız samimi olun. Her türlü darbe mekaniğinin dışında, darbe uygulaması dışında tavrınızı ortaya koyun. Türkiye’de bugün örtülü bir darbe mekaniği çalışmaktadır. Bunun en bariz örneği de Hakkari’de yaşanmaktadır. Hakkari kayyımı hala iş başındadır. 

Öcalan’a uygulanan tecrit dünyada eşi benzeri görülmemiş büyük bir işkencedir 

Bildiğiniz gibi Dünya İşkence Mağdurlarıyla Dayanışma Günündeyiz. Maalesef hala Türkiye’de işkence var. Özellikle cezaevlerinde işkence var. Cezaevlerine çok ciddi boyutta hak ihlalleri söz konusu. Bu konuda herhangi bir adım atılmadığını, herhangi bir iyileştirmenin yaşanmadığını çok iyi biliyoruz. Adalet Bakanlığı ile yaptığımız görüşmelerde bu konuyu defalarca gündeme getirmemizi rağmen Adalet Bakanlığı kulaklarını tıkamış durumda. Cezaevlerinde işkence var. Hasta mahpuslar ve yaşlı tutsaklar var. Bunlara yönelik var olan uygulamalar adeta bir işkence. Türkiye’deki bu işkence uygulamalarının esas kaynağı kuşkusuz tecrittir. 25 yıldır İmralı Cezaevinde Sayın Öcalan’a yönelik uygulanan tecrit dünyada eşi benzeri görülmemiş en büyük işkencedir. Bu işkence sürüyor. Biz Adalet Bakanlığına tecrit sürüyor dediğimizde tecrit yok diyorlar. Oysa 40 aydır mutlak tecrit ile karşı karşıyayız. Tam bir iletişimsizlik söz konusu. Tek bir haber dahi alınamıyor. Sağlık durumu konusunda da kaygılarımız giderek artıyor. Dolayısıyla işkence vardır bu ülkede ve işkenceyi sonlandırmanın yolu İmralı’dan geçmektedir. 

 

29 Haziran’da İstanbul’da kayyıma karşı bir miting düzenleyeceğiz

Kayyımdan bahsettik. Türkiye’deki büyük hukuksuzluktan bahsediyoruz. Türkiye’deki hukuk ve yasa tanımazlıktan bahsediyoruz. Kayyımlara karşı mücadelemiz sürüyor. Emek ve Demokrasi Güçlerinin 29 Haziran’da saat 19:00’da Kartal’da yapacağı miting için ben de buradan bir kez daha çağrıda bulunmak istiyorum. Tüm halkımızı, tüm demokrat, sol ve sosyalist kesimleri bu mitingde buluşmaya, yan yana olmaya ve güçlü bir sesin Kartal’dan yükselmesini sağlamaya davet ediyorum. Evet, kayyıma karşı ses çıkarmadığınız sürece aslında bu darbenin ortağı olmuş olursunuz. Bugün Türkiye’nin çok geniş kesimleri kayyıma karşı, Hakkari kayyımına karşı tavrını ortaya koymakta ve bizimle bu konuda güçlü bir dayanışmayı sergilemektedir. 

Yangınla ilgili gerçek ortadayken iktidar yalanda ısrar ediyor

Gündemimizde konuların başında yangın geliyor. Diyarbakır Çınar ve Mardin Mazıdağ arasındaki yaklaşık 35 bin hektarlık alanda ortaya çıkan yangın çok büyük bir felakete neden oldu. 15 insanımızı yitirdik. Onlara bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum. Yakınlarına başsağlığı diliyorum. 74 yaralı var. Onlara acil şifalar diliyorum. Bu kayıplar çok acı verici ama ortaya çıkan tablo çok daha vahim bir durumu bize yansıtıyor. Çok sayıda hayvan telef oldu. Bölgede 20 bin küçükbaş, bin büyükbaş hayvan söz konusu. Dolayısıyla hem ekonomik hem sosyal olarak vahim bir durum karşımızda. Bu durumla baş etmek için bölgenin afet bölgesi ilan edilmesi ve buna yönelik adımlar atılması gerektiğini dile getirdik. Buna karşı iktidardan ne açıklama geldi? İktidar yalan söylemeye devam ediyor, anız yakma sonucu bu yangının yaşandığını dile getiriyor. Bunun böyle olmadığı bütün gerçekliğiyle ortadayken hala bu yalanda ısrar ediyorlar. Bu yöntemle 22 yıldır ayakta duruyorlar: Yalan söyleyin, daha büyük yalan söyleyin, daha daha büyük yalan söyleyin ve böylece yalanlar gerçek olur. 

Bilirkişi, itfaiye, STK ve platformların raporlarında yangının yegane nedeni elektrik nakil hatları

Oysa daha ekinler tarlada. Tarlada ekin varken anız yakılması diye bir yöntem söz konusu değil zaten. Elektrik Mühendisleri Odasının raporunda, Diyarbakır Kent Koruma ve Dayanışma Platformunun raporunda, Mardin Emek ve Demokrasi Güçlerinin raporunda, savcılığın atadığı bilirkişinin raporunda ve en son da Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi İtfaiyesinin raporunda tespit edildiği gibi ortaya çıkan yangının yegane nedeni elektrik direkleri ve nakil hatlarındaki sorundur. Bu sorunun kaynağı ne? DEDAŞ. DEDAŞ 37 yıldır var olan direkler üzerinde herhangi bir yenileme çalışmasına gitmemiş. Türkiye’deki elektrik dağıtım meselesi aslında zaten başlı başına bir sorun. Bölgede ise bu sorun katmerlenmiş durumda. Bölgede yaşanan sıkıntıları sıklıkla dile getirdik. 2020 yılında bu konuda çok ayrıntılı bir rapor hazırlayıp sunduk. DEDAŞ’ın bölgedeki çiftçilere yönelik adeta zalimce uygulamalarını teşhir ettik. Hem fiyat politikasıyla hem oradaki elektrik dağıtım konularındaki kısıtlamalar nedeniyle aslında bölge halkının ne kadar mağdur olduğu ortada. Kaldı ki özelleştirme kapsamıyla buraya geldi bu sorunlar. Türkiye’deki elektrik dağıtımının yüzde 100’ü özelleştirilmiş durumda. Türkiye’nin her yerinde bu sorunlar yaşanıyor, fakat bölgede daha vahim yaşanıyor. 

 

Erdoğan DEDAŞ’ın suçlarını örtbas etmeye çalıştı ancak gerçeklik ortada


Bunun en temel sorumlusu bu iktidardır. Bu iktidarın neoliberal ve özelleştirme politikaları ile yaratmış olduğu tahribatın bir başka fotoğrafını bu yangında gördük. Özelleştirmeler sonucunda kamusal hizmet niteliğindeki bir hizmetin kar amaçlı hale dönüşmesinin ne tür sonuçlar doğuracağını biz bu yangında bir kez daha gördük. 15 canımızı orada sırf bu kar hırsı nedeniyle yitirdik. Bunun farkında olanlar, anızların yakılmasıyla çıkan bir yangın diyerek köylüleri suçlamaya devam ediyor ki bunun gerçek olmadığını biliyoruz. En son Cumhurbaşkanı Erdoğan da çıktı aynı suçlamaları tekrar etti. Çünkü biliyor ki en büyük günah kendisinindir. Kendisi bu özelleştirme politikalarının şampiyonluğuna soyunmuş bir insan olarak 22 yıldır bunları savundu. Türkiye’deki özelleştirmeler nedeniyle bugün işsizlik var, yoksulluk var. İşte bu yangından da görüldüğü gibi insanlar artık hayatını kaybediyor. Erdoğan DEDAŞ’ı savundu, köylüleri suçladı, partimizi suçladı. Böylece kendi günahları ve suçlarını, DEDAŞ’ın suçlarını örtbas etmeye çalıştı. Fakat hiçbir şeyi bu balçıkla sıvayarak örtme imkanınız yok. Bütün gerçeklik ortada. Sorumlular muhakkak hesap vermeli. Bu özelleştirme aklından bir an önce bu ülke kurtulmalı. Tıpkı enerji üretiminin kamusal nitelikli hizmet olması gibi, elektrik dağıtım konusunda da kamusal yatırımların bir an önce yapılması artık bir zaruret haline gelmiştir. 

Meclis’te toplum yararına herhangi bir teklif yasalaşmadı


Bildiğiniz gibi Meclis yerel seçimlerden bugüne kadar yoğun bir şekilde çalışıyor. Fakat bu yoğun çalışmalar sonucunda, toplumda hiçbir kesimin yararına olan herhangi bir yasa teklifi yasallaşmadı. Yasallaşan bütün yasa tekliflerine baktığımızda sermayenin lehine, bir grup azınlığın lehine olan çalışmalar olduklarını görüyoruz. Oysa toplumun çok geniş kesimleri, kendi dertlerine derman olacak çalışmaların Meclis’ten geçmesini bekliyor. Buna dair hiçbir adım bugüne kadar atılmadı. Özellikle ekonomi konusu sıklıkla gündemde olmasına rağmen atılan yanlış adımların mağduriyetleri her gün artıyor. Bunun önemli bir yükü emekçilerin, emeklilerin ve kadınların sırtına biniyor. 

Türkiye nüfusunun neredeyse yüzde 10’u açlık sınırın yarısına mahkum edildi

Temmuz ayı geldiğinde yeniden Türkiye’deki asgari ücret ve emekli maaşlarının ne olacağı konusu tartışmaya açılır. Fakat bunca yoksullaşma olmasına rağmen Meclis’te bu konuda bir iyileştirmeye yönelik herhangi bir gündem yok, herhangi bir adım atılmadı. Bırakın adım atmayı, asgari ücret konusunda hiçbir iyileşmenin olmayacağı yönünde açıklamalar yapıldı. Bakanın son açıklamasını duyduk; asgari ücrette herhangi bir artışa gitmeyeceklerini, hatta mevcut maaş zamları konusunda bir refah payının söz konusu olmayacağını dile getirdi. Bildiğiniz gibi Türkiye’de bugün 16 milyon emekli var, bunların 4 milyonu kök emekli maaşı alıyor. Sadece bu 4 milyon insana enflasyon oranında zam yapsanız bile aldıkları maaş 10 bin lirayı geçmeyecek, geçse de 100-200 lira geçecek. Yani bu dört milyon emekli 10 bin lira maaş almaya devam edecek ve giderek yoksullaşan bu insanlar artık önümüzdeki günlerde çok ciddi mağduriyete maruz kalacaklar. Tabii sadece bu dört milyondan bahsetmiyoruz. 16 milyon emeklinin 9 milyonu açlık sınırını altında maaş alıyor. Ortalama emekli maaşları 13 bin lira civarında. Ortaya çıkan tabloya baktığımızda aslında Türkiye nüfusunun neredeyse yüzde 10’u açlık sınırını yarısında bir gelire mahkum edilmiş durumda. 

Refahın yarattığı payı Saray’a, sermaye ve savaşa aktardınız 


Türkiye’de bugün açlık sınırı 20 bin lira. Türkiye’de bugün yoksulluk sınırı 64 bin liraya yükselmiş durumda. Yani dört kişilik bir aile, yoksulluk sınırında tutunabilmek için 64 bin lira gelire ihtiyaç duyarken, bugün Türkiye’de 9 milyon emekli 10-13 bin lira civarında maaşlarla yaşamak zorunda. Kaldı ki ortalama emekli aylıklarının da çok düşük kaldığını biliyoruz. Hatta asgari ücretin üzerinde emekli aylığı alanların sayısının çok az olduğu bir gerçektir. Emekliler bu durumda, emekli olmayanların durumu iyi mi? Bildiğiniz gibi Türkiye’de yine temmuz ayında kamu emekçilerine zam yapılır, enflasyona göre bir ayarlama söz konusudur. Fakat geçtiğimiz toplu iş sözleşmesinden kaynaklı hatadan dolayı enflasyon oranında bile zam alamayacak kamu emekçileri. Kaldı ki bu enflasyon meselesini de defalarca dile getirdik. Bu TÜİK'in enflasyonu. TÜİK'İn enflasyonu başlı başına bir yalan enflasyon, TÜİK'in uydurduğu bir enflasyon. Gerçek enflasyonla bir alakası yok. TÜİK’in rakamlarının altında bile bir zam alma durumu söz konusu. Kamu emekçileri, reel olarak satın alma güçlerinde çok ciddi bir kayba uğradı. Uğramaya da devam edecekler. Refahtan zaten pay vermeyeceklerini söylediler. Onu çok iyi biliyoruz, siz hiçbir zaman refahtan zaten emekçilere, çalışanlara, emeklilere pay vermediniz. Refahın yarattığı tüm payı aldınız Saray’a sermaye ve savaşa aktardınız. 3 s diye dile getirdiğimiz mesele budur. Savaşı, sermayeyi ve Saray’ı finanse etmek uğruna bu ülkenin bütün kaynaklarını çarçur ettiniz, halkı yoksulluğa mahkum ettiniz. 

En düşük asgari ücret ve emekli aylığı 32 bin lira olmalı 

Asgari ücret 17 bin lira. Asgari ücrete de zam yok. Evet, zam yok. 1 Ocak’taki satın alma gücünü korumak adına sadece ve sadece TÜİK’in açıkladığı rakamlarda zam yapılsa bile asgari ücret 21 bin 250 lira olmalıdır. Bunu bile yapmıyorlar. Bunu bile yapmayarak asgari ücreti 17 bin lirada tutuyorlar. İşte refahtan pay vermeyenin bir başka veçhesi de budur. Bu, şu demektir: Ben asgari ücreti 21 bin 250 lira yapmıyorum, arada 4 bin 250 liralık kısmı sermayeye transfer etmeye devam ediyorum. Enflasyon eliyle yapıyorum. İşte enflasyon dediğimiz meselenin nasıl refahı işçi sınıfından alıp burjuvaziye ve sermayeye aktardığının örneği. Biz bu konuda çok net konuşuyoruz. Diyoruz ki bu ülkede yoksulluk sınırı 64 bin lira ise asgari ücret 32 bin lira olmalı, en düşük emekli aylığı da 32 bin lira olmalı. Bunlar devasa rakamlar, nasıl finanse edebiliriz diye düşünebilirler. Bunun finansmanı mümkün, bunun finansmanının yolu aslında hakça ve adaletçe yapılmış bütçeden geçiyor. Siz bu bütçeyi yapmayıp sermayenin bütçesini yaptığınız sürece tabii ki çalışanlara, emekçilere ve emeklilere kaynak bulamazsınız. 

Bütçe açığı yıl sonunda daha vahim bir duruma gelecek

Hem Hazine Bakanlığından hem de Sayın Cevdet Yılmaz’ın açıklamalarından biliyoruz. Oysa bütçede vergi harcaması olarak nitelendirilen ve vazgeçilen alacakların toplamı 2,2 trilyon. Bütçe açığı 2,6 trilyon. Bunlar başlangıç rakamlarıdır. Bu bütçenin durumu yıl sonunda çok vahim bir yere gelecek. Oysa Ekonomi Koordinasyon Kurulunda Cevdet Yılmaz yine hayal satmaya devam ediyor. O kadar acze düşmüşler ki sadece hayal satıyorlar ve bu aciziyetlerinin bir örneğini de benzin ve motorin zamlarında gördük. Bu zamların bile tarihini öyle bir ayarladılar ki ücretlilerin çok çok az bir oranda pozitif katkısını engelleyecek kadar acze düştüler. Bu zamlar 6 aylık enflasyon rakamlarına yansımasın, böylece ücretlilere yüzde 1, binde 1, binde 5 zammın önüne geçelim dediler. Ekonomi Koordinasyon Kurulunda işsizlikle mücadele edeceğiz, yeşil dijital dönüşümler sağlayacağız diye konuşuyorlar. Oysa Türkiye’de çok ciddi bir işsizlik var, gizli işsizlik var, nöbetleşe çalışma söz konusu. Yoksulluğun bir nedeni de bu. Bu anlayışla zaten işsizlikle mücadele etmek mümkün değil. 

NATO, kaynaklarının yüzde 2’sini savaşa aktardığı için Türkiye’yi tebrik etti

Dönüp baktığımızda savaşa, Saray’a, sermayeye kaynak aktarımının ne denli hızlı hareket ettiğini görüyoruz. Bakın NATO Türkiye’yi kutladı. Tebrik ettiler. Türkiye kaynaklarının, gayri safi yurt içi hasılasının en az 2’sini ayırma gibi bir koşulu var NATO’nun. Türkiye bunu başardığı için NATO Türkiye’yi kutluyor. Yani Türkiye kaynaklarını savaşa ayırmaya devam ediyor. Kürt düşmanlığından beslenen, sürekli Rojava’yı ve Başur’u bir hedef haline getiren bu anlayış ülkenin kaynaklarını savaşa aktardığı sürece aslında Türkiye’de herhangi bir sağlıklı ekonomik sistemin çok mümkün olmadığını biliyoruz. Bugün bir vergi konusu da gündemde. Her ne kadar uzun süre tartışılsa da önümüze gelmiş bir paket söz konusu değil. Aynı tasarruf paketinde olduğu gibi buradan da sağlıklı bir şey çıkması mümkün değil. 

Vergi düzenlemeleri emekçilerin sırtındaki vergi yükünü artıracak

Çünkü esas meseleyle uğraşmayıp, esas meseleye çözüm üretmediğiniz sürece sizin yapmış olduğunuz paketlerin bir karşılığının olmadığını çok iyi biliyoruz. Kamuoyunda tartışılan vergi düzenlemelerinin emekçilerin sırtındaki vergi yükünü artıracağını çok iyi biliyoruz. Kurumlardan, sermayeden vergi alınacağını söylüyorlar. ISO 500 rakamları açıklandı.  İO 500 rakamlarına baktığınızda karların nasıl patladığını, aslında ne çılgın rakamlara ulaştığını görüyorsunuz. Dolayısıyla sermayeyi vergilemediğiniz buradan da görülüyor. Kaldı ki vergilemeye kalksanız bile sermaye bunu bir maliyet unsuruna çevirip aslında halkın sırtına bu vergileri de yüklemeye devam edecek. Çünkü Türkiye’deki dolaylı vergiler yüzde 70’lere yakın. OECD ortalaması, Avrupa ortalaması yüzde 35 civarındadır. Türkiye’de bu vahim adaletsizlik durumunun söz konusu olduğu bir ortamda, gelir dağılımının bu kadar adaletsiz olduğu bir ortamda, servet dağılımının artık herkesi rahatsız ettiği bir durumda, sizin yeni vergilerle yaratacağınız yegane şey çalışanların, emekçilerin, yoksul halkın sırtındaki dolaylı vergiler gibi yükü artırmak olacaktır. Bunu çok iyi biliyoruz. Bunu kendileri de çok iyi biliyor. Dolayısıyla hala bir vergi paketi ortada yok. Kaldı ki bu iş vergi paketleriyle çözülemez. 

Nasıl ki kayyıma karşı çıkıyoruz, bu yoksulluk bütçelerine de karşı çıkmaya devam edeceğiz

Bu ekonomik krizin çözümü de siyasi krizlerin çözümünden, Kürt meselesinin çözümünden geçmektedir, emekçilerin ve toplumun beklentilerini karşılayacak anlayıştan geçmektedir. Bugünkü iktidarın bu anlayışa sahip olmadığını ve olamayacağını bugüne kadar ki uygulamalarından çok net gördük. Bütün yaklaşımlarının aslında sermaye dostu olduğunu, sermayenin müridi haline dönüşmüş Hazine ve Maliye Bakanı ile yol alınamayacağını defalarca söyledik. Merkez Bankası faiz oranlarını açıklayacak saat 14.00’te. Faizlerde bir değişiklik beklenmiyor, dövizi baskılamaya devam ediyorlar. “Carry Trade” dediğimiz bir yöntemle geçici bir rahatlama peşindeler. Bu geçici rahatlamayı siyasete havale ederek aslında durumu kurtarmak, kendilerini yeniden fabrika ayarlarına döndürmek peşindeler. 31 Mart yerel seçimlerinin sonuçlarından kurtulmaya çalışıyorlar. Bunun mümkün olmadığını meydanlarda, alanlarda, sokaklarda emekçiler haykırmaya devam edecekler. Nasıl ki kayyıma karşı çıkıyoruz, bu yoksulluk bütçelerine de bu sermaye yanlısı anlayışa da karşı çıkmaya devam edeceğiz. 

Caryy Trade'in gittiği gün siz de çekip gideceksiniz

Bildiğiniz gibi Türkiye'ye sıcak para girişi yoğunlaşmış durumda. Bu sıcak para girişinin yarattığı tahribat kur korumalı mevduatın yaratmış olduğu tahribattan farklı olmayacak. Bunun hepimiz farkındayız. Dolayısıyla bugün sıcak paraya bel bağlayanlar, emekçiye sırtını dönenler, emekliye sırtını dönenler, bu ülkeyi yoksulluğa ve işsizliğe mahkum edenler şunu iyi bilsinler ki Carry Trade geldiği gibi Türkiye’nin bütün kaynaklarını sömürerek çekip gidecek ve onun çekip gittiği gün siz de bu ülkeden çekip gideceksiniz. 

27 Haziran 2024