Temelli: Filistin’deki soykırımın sonlanması için tüm devletlerin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekiyor

Grup Başkanvekilimiz Sezai Temelli, TBMM’de basın toplantısı düzenledi. Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın TBMM ziyareti vesilesiyle partimizin Filistin meselesine yaklaşımına da değinen Temelli, konuşmasında şunları söyledi:

Tarık Ziya Ekinci’nin mücadelesini sürdüreceğimize söz veriyoruz

Tarık Ziya Ekinci bu ülkede çok önemli bir yer edinmiş bir insandır. Onu yitirmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz. Hem Kürt özgürlük mücadelesine verdiği katkıyla hem demokrasi mücadelesinde üstlendiği sorumlulukla, TİP ile başlayıp bugüne kadar getirdiği mücadelesiyle hafızalarımızda hep canlı bir şekilde yerini koruyacak. Onun mücadelesi örnek olacak. Mücadelesini sürdüreceğimize söz veriyoruz. Kendisine bir kez daha rahmet, ailesine sabırlar ve başsağlığı diliyorum. 

Filistin’deki soykırımın sonlanması için tüm devletlerin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekiyor 

Bildiğiniz gibi, Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas bugün saat 15:00’te Sayın Numan Kurtulmuş’un çağrısı üzerine Genel Kurul’a seslenecek. Filistin sorunu artık gitgide içinden çıkılmaz bir hale sürüklendi. İsrail’in hayata geçirdiği saldırılar, işgal politikaları son dönemlerde bir soykırıma dönüştü. Çoğunluğu kadın ve çocuk olan 40 binden fazla insanın yaşamını yitirdiği bu soykırım maalesef devam ediyor. Bu soykırımın sonlanması için tüm devletlerin, tüm halkların üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi çok büyük bir öneme sahip. Bizim en başından beri dile getirdiğimiz en önemli şey şuydu. Bu soykırım, bu saldırganlık, hamaset ve timsah gözyaşlarıyla durdurulamaz. Bunun için gerçekten küresel diplomasinin harekete geçmesi ve İsrail’in bu saldırganlığı durdurması gerekiyordu. Bu sağlanabildi mi? Maalesef hayır. Hayır diyorum, çünkü saldırganlık devam ediyor. 

Kürt sorunu ve Filistin sorunu çözülmediği sürece Ortadoğu'ya barış ve huzur gelemez

Bugün de dinleyeceğiz. Sayın Mahmut Abbas soykırımın yarattığı, bir çoğumuzun belki de bilmediği ayrıntıları dile getirecek. Filistin sorunu derin bir sorun, Ortadoğu’nun en büyük sorunlarından biri. Kürt sorunu ve Filistin sorunu çözülmediği sürece Ortadoğu'ya barışın gelemeyeceğini, Ortadoğu halklarının huzura kavuşamayacağını, sadece Ortadoğu halklarının değil dünya siyasetinin de istikrara kavuşamayacağını çok iyi biliyoruz. Savaşı körükleyen, savaştan beslenen iktidarların bugün yaşadığımız sorunların en birincil sorumlusu olduğunu da çok iyi biliyoruz. İsrail’in çok uzun yıllardır sürdürdüğü yerleşimci ve yayılmacı politikası Filistin halkını yerinden yurdundan etmiştir, kendi ülkesinde mültecileştirmiştir. Bugün dünyadaki en büyük sorunlardan biri olduğunu söylediğimiz Filistin sorununun çözümü, Filistin halkının kendi kaderini tayin etme hakkıyla ancak mümkün olabilir. Bu da her şeyden önce Ortadoğu'ya istikrarın, demokrasinin ve barışın gelmesiyle mümkün. Bugün otoriter rejimler ticaret planlarıyla, enerji güzergahlarıyla ve Ortadoğu halklarının haklarını hiçe sayan, onların geleceklerini tayin etme hakkını elinden alan bir anlayışla Ortadoğu’yu şiddete ve savaşa sürüklemeye devam ediyor. 

Filistin halkıyla temas ve dayanışma içindeyiz

Bu saldırganlığı durdurmak zorundayız. İsrail’in sürdürdüğü bu politikalar İsrail halkının da aslında mağduriyetine yol açıyor. Evet, İsrail muhalefeti de bunu son günlerde sıklıkla dile getiriyor. Biz İsrail’deki gelişmelere karşı siyasi partilerle ve Filistin halkıyla dayanışma içindeyiz, temas içindeyiz. Çözüm yaklaşımımızı aktarıyoruz. Onların bizden beklentilerini hayata geçirmek için de politikalarımızın içinde bu görüşlere yer veriyoruz. AKP iktidarı ise sadece hamasetten beslenerek, hamasetle ayakta durmaya çalışarak Ortadoğu’ya yönelik tutumunu sürdürüyor. Çünkü biliyor ki İsrail-Filistin melesinde sahici bir tutum almak aslında topyekün Ortadoğu’daki diplomasinizi şekillendirecektir. Oysa Türkiye’nin Ortadoğu, hatta genel bir dış politikasından bahsetmek mümkün değil, bir barış siyasetinden bahsetmek söz konusu değil. Savaş siyaseti ve istikrarsızlıktan beslenen bu anlayış tabii ki söz konusu İsrail-Filistin ilişkileri olduğunda da ikircikli bir yaklaşımla karşımıza çıkarıyor. İsrail’e karşısınız, soykırıma karşısınız, her türlü timsah gözyaşıyla bunu dile getiriyorsunuz ama öte yandan ticarete devam ediyorsunuz, Azerbaycan gazının İsrail'e ulaşmasına yol veriyorsunuz. Savaşı durduracak sahici hiçbir tedbir almamış, hiçbir adım atmamışsınız. Neden? Çünkü sizin Filistin meselesine yaklaşımınızın arkasında yatan neden Kürt sorununa yaklaşımınızdır. Kürt sorununun demokratik çözümü konusundaki yaklaşımınız, aslında tüm Ortadoğu politikanızı da belirlemiş oluyor. 

Suriye’nin demokratikleşmesi Filistin sorununun çözümünde önemli bir rol oynayacaktır

Kürt sorununun demokratik çözümü yerine savaş siyasetinde ısrarınız nedeniyle Ortadoğu bir türlü istikrara kavuşamıyor. Oysa genel anlamıyla bugün dönüp Ortadoğu’ya baktığımızda, bu sorunun çözümünün Kürt sorunun çözümünden geçtiğini artık bütün dünya kabul etmiş durumda. Rojava’daki savaş giderek başka bir boyuta sürükleniyor. İsrail’in Gazze’den sonra savaşı bölgeye yayma stratejisi, savaşı İran’a kadar uzatma meselesi Deyra Zor’daki çatışmalara neden olmuştur. Oysa Rojava dediğimiz bölge aslında belki de gelecekte Ortadoğu’nun barış kavşağıdır, Ortadoğu’daki bugün belki de yegane huzur ortamıdır, bir demokrasi vahasıdır. Rojava’daki halkların ortaklaşa oluşturduğu o yönetim aslında Ortadoğu halklarının bir arada nasıl yaşayabileceğine dair demokratik ve özerk bir anlayışı ortaya koymaktadır. Bugün Rojava’daki gelişmeleri dikkatlice izlediğimizde şunu görüyoruz ki orada ortaya konmuş olan çözüm Suriye’nin demokratikleşmesi ve huzura kavuşması açısından çok önemli bir adımdır. Diğer taraftan yine Suriye’nin demokratikleşmesi, belki de Filistin sorununun çözümünden İran’a ve Irak’a kadar Ortadoğu’daki tüm ülkelerin içinde yaşadıkları kaostan çıkmasında önemli bir rol oynayacaktır. Ama buna karşılık biz neyi izliyoruz? Rojava’da, Kuzey ve Doğu Suriye’de gerçekleştirilmeye çalışılan inşanın sürekli olarak tehdit politikasıyla saf dışı bırakılmaya çalışıldığını görüyoruz. Bu kabul edilebilir bir şey değildir. 

Êzidîler 74’üncü fermanı IŞİD eliyle yaşadı

Ortadoğu’daki bütün dinamikleri bir arada değerlendirmenin ne kadar önemli olduğuna dair hafızaları tazeleyecek bir örnekten bahsetmek istiyorum. Tam 10 yıl önce 3 Ağustos’ta Êzidîler soykırıma tabi tutuldu. Evet, 5 binden fazla Êzidî katledildi, 6500 Êzidî kadın ve çocuk kaçırıldı, 400 bin Êzidî yerinden ve yurdundan edildi. 300 bini bugün Federe Kürdistan Bölgesinde çadırlarda yaşamak zorunda, 100 bini dünyanın çeşitli ülkelerine yayıldı. Êzidîlerin kutsal kenti Şengal’de yaşama hakları ellerinden alındı. Şimdi Êzidîler Şengal’e geri dönüyor. Şengal’de öz savunma güçleriyle kendi özerk yaşamlarını var etmeye çalışıyorlar. O gün onları yalnız bırakıp kaçanlar, bugün onların öz savunma güçlerine karşı çıkıyor. Siz orada yalnız bıraktığınız için o insanlar soykırıma uğradı. Ve 6 bin 500 kayıp Êzidî kadın ve çocuğun çoğunun Türkiye’de IŞİD tarafından alıkonulduğu bilgisine ulaşıyoruz. Ama bunların üzerine gidip çocukların aileleriyle kavuşmasını sağlayacak bir adım atılmadığını maalesef görüyoruz. Geçmişte 73 ferman yaşamış Êzidîler 74’üncü fermanı IŞİD eliyle yaşadılar. 75’inci fermanın yolunu hazırlayanlara buradan net sesleniyoruz: Êzidi halkının bir kez daha soykırıma uğramaması için başta Kürt halkı olmak üzere tüm Ortadoğu halkları gereken inisiyatifi almaktan geri durmayacaktır. Hem kendi öz savunma güçleriyle hem de bütün Ortadoğu halklarının dayanışmasıyla böyle bir anlayışa bir daha asla izin verilmeyecektir. 

Kerkük’teki çözüm çok önemli ve kıymetlidir

Ortadoğu’da son zamanlarda yaşanan bir diğer önemli gelişme de Kerkük’te yaşanan seçimlerdi ve bu seçimlerin sonucunda bir uzlaşmaya varıldı. Bu sevindirici bir haber. 
Halklar bir arada uzlaşarak bir çözüm üretebiliyor ve Kerkük'te de bir çözüm üretilebildi. Kerkük Valisi Kürt olacak ve Meclis Başkanı da Arap halkından seçilecek. Dolayısıyla Kürt ve Arap halklarının uzlaşmasıyla ve oradaki Türkmenlerin de büyük bir çoğunluğunun katılımıyla Kerkük'teki var olan gerilim aşılmış oldu. YNK’nin kazanmasından sonra seçimleri yok sayan anlayışa karşı Kerkük'teki halklar seçim sonuçlarının meşruiyeti üzerinden bir araya geldiler ve bir çözüm ürettiler. Bu çözüm çok kıymetli ve önemli. Halkların iradesinin ne denli önemli olduğunu ve o iradeye sahip çıkıldığında çözümün mümkün olduğunu bize gösteriyor. YNK Başkanı Talabani’nin kapsayıcı yaklaşımının önümüzdeki süreçte hem Ortadoğu’da hem Kerkük’te hem de diğer yerlerde önemli gelişmelere vesile olacağını düşünüyoruz. 

Türkiye Ortadoğu’yu sürekli ateşe sürükleyen yaklaşımını terk etmelidir 

Bugün Irak'tan gelen heyet ile “güvenlik” başlığı altında görüşmeler gerçekleştiriliyor. Baktığımızda savaş siyaseti anlayışının bu görüşmelere hakim olduğunu görüyoruz. Zaten nerede bir güvenlik sözcüğü geçse, aslında onun güvenliği değil de güvensizleştirmeyi ortaya koyduğunu artık çok iyi öğrenmiş durumdayız. Bu görüşmelerden çıkan sonucun da Irak’ta, Kerkük'te, Süleymaniye’de, Erbil’de var olan, ortaya çıkan halk iradesinin geleceğini riske atan görüşmeler olma olasılığı çok yüksektir. Bizim çağrımız nettir, bütün Ortadoğu’ya topyekün bir ateşkes öneriyoruz. Nasıl şimdi Gazze için ateşkes görüşmeleri söz konusu ise aslında tüm Ortadoğu’nun acilen bir ateşkese ihtiyacı var. Ortadoğu’da tüm silahların susmasına ihtiyaç var. Nasıl Kerkük’te halkın iradesi sandığa yansımış ve çözüm üretilmişse, bu çözüm Ortadoğu’nun her yerinde üretilebilir, bu mümkündür. Bunu sağlayabilecek olan barış diplomasisidir. Bunun önündeki en önemli engellerden biri de maalesef Türkiye’nin yürüttüğü dış politikadır. Bu politika bir an önce terk edilmelidir. Ortadoğu’yu sürekli ateşe sürükleyen bu yaklaşım, ocakları da evleri de ateşe sürüklüyor ve evlerin içinde bir yangına neden oluyor. 

Bakanlar ile Merkez Bankası Başkanı halka hayal satmaya devam ediyor

Bugün Türkiye ekonomisinin büyük bir kısmı silah sanayisine, savaşa ayrılıyor. Bu nedenden dolayı da Türkiye ekonomisi her geçen gün yeni bir krizle karşı karşıya kalıyor. Enflasyonla mücadele edeceğiz diyenler, bugün stagflasyonun kapısını aralamış durumda. Yani hem enflasyon hem de işsizlik yükselmeye devam ediyor. Hazine ve Maliye Bakanları ile Merkez Bankası Başkanı halka hayal satmaya devam ediyor. Yıl sonu enflasyon hedefini yüzde 38 olarak açıkladılar. Bundan sonra her ay yüzde 1,5 olsa bile enflasyon, bu hedefin tutturulamayacağı ortadayken şimdi TÜİK bile işsizlik rakamlarını saklamaktan yavaş yavaş vazgeçiyor. Çünkü artık mızrak çuvala sığmıyor. Ekonomideki bu krizin belki de en belirleyici faktörü bu savaş ekonomisi ve siyasetidir, barıştan kaçmaktır. Bunun sonuçları da tüm ülkeye, evlere yansımaktadır. Emekçilerin, emeklilerin, kadınların, çocukların bugün yaşadığı yoksulluğun yegane müsebbibi bu iktidarın sürdürdüğü kronikleşmiş hastalıklı siyaset anlayışıdır. Bu siyaset anlayışına son vermeden, topyekün bir barış siyaseti var edilmeden Türkiye’nin düzlüğe çıkması ne ekonomi ne de siyasette mümkün olabilecektir.

SORU: Yarın Meclis'te Can Atalay ile ilgili olağanüstü bir toplantı gerçekleştirilecek. Geçtiğimiz gün Adalet Bakanı Yılmaz Tunç bu konu ile ilgili olarak düşüncelerini ifade etti. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yarın Sevgili Can Atalay için toplanacağız, bununla ilgili Meclis Başkanlığına bir başvurumuz olmuştu ve Meclis Başkanlığı da iç tüzüğün gereğini yaptı. Yarın saat 14:00’te bu toplantı gerçekleşecek. Umarım genel görüşme için olanak buluruz, genel görüşmeye geçilebilir. Adalet Bakanlığının açıklaması talihsiz bir açıklama. Her şeyden önce henüz daha Meclis toplanmamış ve orada görüşmeler yapılmamış. Olumlu ya da olumsuz Meclis henüz iradesini ortaya koymamış. Meclis’i yok sayan, halkın iradesini yok sayan bu üstenci dil ve anlayış yaygınlaşmış durumda. Bu Erdoğan’dan başlayıp bütün kabineyi hatta bütün bürokrasiyi sarmalamış bir anlayışın tezahüründen başka bir şey değil. Meclis henüz toplanmadan ne talihsizlik ki Adalet Bakanının, bir hukukçunun yorumuyla karşı karşıyayız. Umarım böyle olmaz; umarım AKP içinde bu konuya hukukun, Anayasanın, iç tüzüğün sınırları içerisinde yaklaşan vekiller çıkar ve bir görüşme açılır. Sonrasında da umuyorum ki Sevgili Can Atalay vekilliğe geri döner ve mahkumiyeti sonlanır. Bunlar bizim beklentilerimiz. Bu beklentilerin gerçekleşme olasılığı ne kadar varsa, gerçekleşmeme olasılığı da o kadar var. Gerçekleşmeme olasılığının müsebbibi Anayasa ve hukuk tanımayan bu iktidar ve onun yaklaşımıdır. 

SORU: Bursa’nın Yıldırım ilçesindeki Mahmut Celalettin Ökten İmam Hatip Ortaokulu Müdürü veliler ile toplantı yaparken: “Çocuklarınızın başını kapatmayacaksanız bu okula göndermeyin. Biz okulda başı açık öğrenci istemiyoruz” dediği öğrenilmiş. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?


Başörtüsü tartışmalarını biz geride bıraktık. Bunun özgürlükler meselesi içerisinde değerlendirilmesi gerektiği konusunda geçmişte mücadelesini de verdik. Başörtüsü mücadelesi verenler, aslında geçmişte verdikleri özgürlük mücadelesinden bugün o kadar uzağa savruldular ki otoriter anlayışlarını şimdi başörtüsü karşıtlığında yeniden canlandırmak istiyorlar. Bu tür halkı manipülatif yaklaşımlarla farklı yere sürüklemek isteyenlere karşı tüm toplumun duyarlı olması gerektiğine inanıyoruz. Seküler bir yaşamın içinde başörtüsüne de başını örtmek istemeyenlere de yer vardır. Bu toplum bir arada yaşayacaksa bu büyük hoşgörü içerisinde ancak yaşayabilir. Kim ki bu hoşgörü ve seküler yaşam anlayışını tehdit ederse aslında onun bu toplumla bir derdi vardır. Tıpkı bugünkü iktidarın, hani geçmişte vermiş olduğu başörtüsü mücadelesindeki özgürlüklerden bugün savrulduğu yere dönüp baktığımız anlayışın toplumda bu tür vakalara neden olduğunu söylememiz mümkün. Kabul etmiyoruz tabii. Ama dönüp baktığımızda bugün eğitimin sürüklendiği yer, Eğitim Bakanının açıklamaları, eğitimdeki müfredat tartışmalarına baktığımızda aslında eğitimin gerçek sorunlarını tartışamadığımız ve çözüm üretemediğimiz için zaten bu sorunların içinde boğulmaya devam ediyoruz. 

15 Ağustos 2024