
Grup Başkanvekilimiz Sezai Temelli, TBMM'nin kuruluşunun 105. yılı dolayısıyla gerçekleştirilen 23 Nisan Özel Oturumunda konuştu. Temelli, şunları söyledi:
Sayın başkan, eş genel başkanlar, başkanlar; değerli milletvekilleri ve ekranları başında bizleri izleyen değerli halklarımız, hepinizi saygıyla selamlıyorum. İki saat önce Marmara Denizi merkezli bir deprem yaşandı, büyük bir deprem yaşandı. İstanbul ve çevre illerdeki tüm halklarımıza geçmiş olsun. Bizim bütün belediyelerimiz ilk andan itibaren hazırlığını yaptı, İstanbul belediyelerinden bir çağrı gelirse diye yardıma hazır durumda bekliyorlar.
Sözlerime, Sevgili Başkanımız Sırrı Süreyya Önder’e bir kez daha geçmiş olsun dileyerek başlamak istiyorum. En son İmralı’ya giden Pervin Başkan, Sayın Öcalan’ın şöyle bir mesajını getirdi: “Büyük barış çabasını topluma yansıtan, toplumsal ön yargıları şahsında kırabilen biridir”. Sevgili Sırrı Süreyya Önder bu ön yargılarla mücadele ederek bugünlere kadar geldi. Şu anda da hasta yatağında direniyor, bizlere de düşen bu ön yargılarla mücadele etmektir. Bu mesajı oradan veriyor. Onun hastalığı döneminde gelen, arayan, geçmiş olsun dileklerinde bulunan herkese de bu vesileyle bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.
23 Nisan vesilesiyle toplandık. Meclis’in bir özel günü ama yine geçmişiyle, bugünüyle eksikli toplandık. Çünkü bu ülkede siyasi tutsaklık varsa o meclis eksik toplanmıştır. Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, Leyla Güven ve Can Atalay şahsında bütün siyasi tutsaklara da buradan selamlarımı yolluyorum. Umarım bir daha eksikli toplanmayız.
23 Nisan deyince çocuklara da selamlarımı yollamak istiyorum ama önce anacağımız çocuklar var. Maalesef onlar bu 23 Nisan’ı da göremediler. Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz, Berkin Elvan, Oğuz Arda, Narin Güran, Rabia Naz Vatan ve Ahmet Minguzzi’yi anmak istiyorum. Ne acıdır ki anıyoruz, aramızda yoklar. Bize düşen çocukları yaşatmaktır. Çocuklara barış dolu bir geleceği var etmek ve onları yaşatmaktır. Tüm çocukların da bayramı kutlu olsun.
23 Nisan 1920’yi konuşmadan önce 150 yıl geriye gitmek lazım. 23 Aralık 1876’ya gitmek lazım. Öyle ya da böyle, iyi ya da kötü 150 yıllık bir parlamento geleneği olan bir ülkede, coğrafyada yaşıyoruz. Birinci meclis, Meşrutiyet Dönemi’nin meclisi. Sonra 1908’i hatırlamak lazım, bu coğrafyanın ikinci meclisidir. 1920’yi bunlardan ayıran özellikler var ama her üç meclisin de çok önemli ortak özelliği var. O da o meclisi oluşturan temsiliyetler. Kimler var? Türkler, Kürtler, Araplar, Lazlar, Arnavutlar, Boşnaklar, Ermeniler, Yahudiler, Rumlar var. Bu üç meclisin de ortak özelliği çoğulculuğudur. Bu coğrafyanın çoğulculuğunu oraya yansıtmış olmasıdır. 1920 meclisi de böyle bir meclistir. Özellikle gönül bağıyla bin yıllık tarihine sahip çıkan kadim halkların var ettiği bir meclistir. O meclis, çok doğal olarak bu ülkeyi cumhuriyete taşımıştır. O irade maalesef bu cumhuriyeti demokratikleştirememiştir. Neden? Çünkü o meclis 1921 Anayasasını yaptığında demokratik toplum iradesiyle belki de nüvelerini bulabileceğimiz nahiyelere kadar bir düzenlemeyi, bir özerklik anlayışını içinde barındırırken; 1927’de bütün bu çoğulculuğu yok sayan bir anlayışın hakim olduğu bir tarih başlamıştır. İşte o günden bugüne yaşadığımız birçok sorunun altında, cumhuriyetin demokratikleşememesi meselesinin altında tam da bu kopuş yatmaktadır. Cumhuriyet tarihine baktığımızda; umumi müfettişliklere, Şart Islahat Planlarına, OHAL’lere, darbelere, bütün bunlara baktığımızda esas ızdırabın nerede saklı olduğunu görüyoruz. Tam da 1918-24 aralığında yaşanan gerçeklik ile sonrasında yaşanan hakikat arasında saklı olduğunu biliyoruz. Maalesef kuvvetler ayrılığının gücünü kullanmak yerine, devlet-meclis ilişkisinde devletin ve bürokrasinin vesayetinin gölgesinde kalan meclis, ülkenin demokratikleşmesini bir türlü sağlayamamıştır. Meclis ve toplum ilişkisi hep kopuk kalmıştır.
Bakın, yakınlarda bir 27 Şubat açıklaması geldi, tarihi bir çağrı geldi İmralı’dan. O çağrıda çok önemli vurgular vardı. “Demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazdır” diyordu. Evet, neden demokratikleştiremedik? Neden demokrasiyi var edemedik? Çünkü demokratik toplum ihtiyacının ne denli önemli bir ihtiyaç olduğunu hep ıskaladığımız için. Yine o çağrıda diyordu ki demokratik siyaset kanalları açılmalıdır. O siyaset kanallarını açmak yerine biz biraz önce siyasi tutsaklardan bahsettik. “İkinci yüzyıl mutlaka demokrasi ile taçlandırılmalıdır” diyordu. Evet, ihtiyacımız olan işte o demokrasidir. “Demokrasi dışında bir yol yok” diyordu. Evet, bizim başka yolumuz yoktur.
Bu çoğulcu toplum, kendisine uygun bir şekilde bir araya getirerek o demokratik cumhuriyeti mutlaka var etmeli, inşa etmelidir. Nelerimiz eksiktir? Mesela eksik vatandaşlığın artık son bulması gerekiyor. Fırat’ın batısındaki vatandaşlık ile Fırat’ın doğusundaki vatandaşlık arasındaki eksiklik kabul edilemez. Artık bu ülke anayasa konuşacaksa eşit yurttaşlık temelinde bir anayasayı konuşmalıdır. Süreklileşmiş tahakküm ilişkilerinden kurtulmamız gerekiyor.
Artık bu ülkede seçilmişlerin iradesi tanınmak zorundadır. Seçilmişlerin iradesini yok sayan kayyımcı anlayıştan mutlaka kurtulmamız gerekiyor. Sürekli ve kapsamlı mahrumiyetten kurtulmamız gerekiyor. Bugün dönüp bölgedeki yoksulluğa baktığımızda, bu ülkede yaşanan yoksulluktan bölgenin payına düşene dönüp baktığımızda ne denli adaletsiz bir toplumda yaşadığımızı görüyoruz. Bu topluma adalet ve eşitlik lazım. Bu topluma velhasıl demokrasi lazım. Bunun için en önemli adresi, biricik adresi işte bu meclistir. İşte burasıdır, bu mekandır. Bu mekan önce olmak zorundadır. Tüm bu konuştuğumuz meseleleri halledebilmemizin yegane yolu buradan geçmektedir. Bir demokratik uzlaşıyı var etmekten geçmektedir. Burada bulunan bütün bu temsiliyet -ki neredeyse toplumun büyük bir kesimini temsil etmektedir- bu sorumlulukla hareket ederek ve demokratik uzlaşı zemininde müzakereleri yaratarak cumhuriyetin demokratikleşmesi için adımlar atmak zorundadır.
Geçmişten çıkaracağımız çok ders vardır ama çıkaracağımız bu dersler kadar biriktirdiğimiz deneyimler de vardır. Bugün bu konuda toplumun birçok kesiminin artık barış istediği bir gerçekliktir. Toplum barışa hasrettir. Bu barışı var etmenin yolu kaçınılmaz olarak bizim sorumluluğumuzdadır. Bunu mutlaka hayata geçirmek için gereken bütün çabayı göstereceğimizi ilk günden bugüne kadar dile getirdik.
DEM Parti olarak, almış olduğumuz sorumluluk gereği Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’na sahip çıkıyoruz. Bütün toplumu demokrasi zemininde buluşturmak için çabamızı ortaya koyuyoruz. Bugünden sonra da kuşkusuz böyle olmaya devam edecektir. Şimdi çağrımız herkesedir, bütün kesimleredir. Meclis’ten başlayarak tüm toplumun bir müzakere zemininde buluşmasını sağlamak, yeni bir toplumsal mutabakatı var etmek ve yolu buradan açmak artık bir gereklilik olarak önümüzde durmaktadır. Bir düşünürün de söylediği gibi sessiz hakikate zehir bulaşır. O yüzden konuşmalı, diyalog kurmalıyız; hakikatin sesini yükseltmeliyiz. O hakikatin etrafında buluşmamızı engelleyecek hiçbir şey yoktur. Mutlaka bunu başarabiliriz. Önümüzdeki süreç tam da bunu gösteriyor.
23 Nisan 2025