Temelli: Ortadoğu’da yaşanan insanlık dramının çözümü barış siyasetinden geçiyor

Grup Başkanvekilimiz Sezai Temelli, TBMM’de basın toplantısı düzenleyerek güncel gelişmeleri değerlendirdi. Temelli, şunları söyledi: 

Kobanî ile dayanışma eylemlerinde katledilen 54 kişiden 47’si HDP’liydi

IŞİD’in, bu insanlık düşmanı örgütün karşısında direnen Kobanî vardı. Kobanî ile dayanışma insanlık adına önemli bir dayanışmaydı. Dünyanın her tarafından dayanışma mesajları geliyordu. BM çağrı yapmıştı. HDP de o gün Kobanî ile dayanışma için bütün Türkiye ve dünya kamuoyuna dayanışma çağrısı yaptı. İnsani koridorun açılması ve direniş için gerekli yardımların yapılması için yapılan bir çağrıydı. Tam 10 yıl önce Kobanî Direnişi sayesinde IŞİD durduruldu. Belki de insanlık tarihinin en önemli direnişlerinden biri gerçekleşti. Buna karşılık tam da 7 Ekim günü çağrımızı yaptıktan bir gün sonra, dönemin başbakanı Erdoğan Antep’te çıktı dedi ki “Kobanî de düştü düşecek”. Yani Kobanî’nin düşmesi için neredeyse bir çağrı yaptı. Bu konuşmanın tetiklediği olaylardan sonra tam 54 kişi bu ülkede yaşamını yitirdi. Bu 54 kişiden 47’si HDP’liydi. Onların isimlerini sizlerin huzurunda dile getirmek, onları anmak istiyorum. Çünkü onların isimleri hiçbir yerde anılmadı. Bu katledilen insanların isimleri hiçbir yerde anılmadı, hiçbir dosyaya girmedi. Bir tek isim dosyaya girdi Yasin Börü. Yasin Börü’nün ismi üzerinden siyaset yapıldı. Bunu da Yasin Börü’nün haklarını savunmak için yapmadılar, HDP’yi suçlamak için yaptılar ve bir kumpas davası yarattılar. Oysa 54 kişi ölmüştü ve bu 54 kişiden 47’si HDP’liydi. 

Kobanî Kumpas Davası, Çöktürme Planının bir parçası olarak hayata geçirildi

Adana’da Yusuf Gülderen, Ahmet Albay ve Kadri Bağdu öldürüldü. Batman’da Emre Demir öldürüldü. Diyarbakır’da Mahmut Enes, Süleyman Kale, Turan Yavaş, Yusuf Tokar, Riyat Güneş, Mahsun Çoban, Hasan Gökyüz ve Ahmet Dağkak öldürüldü. Mardin’de Bilal Gezer, Sinan Toprak, Abdülkerim Soyhan, Beşir Ramazan Arif öldürüldü. İstanbul’da Mert Değirmenci, İzmir’de Ekrem Kaçaroğlu, Muş’ta Hakan Baksur öldürüldü. Siirt'te Davut Naz, Kamil Taç, Yusuf Çelik, Necmettin Çelik ve Mehdi Erdoğan öldürüldü. Van’da Yunus Aktaş öldürüldü. Kim öldürdü bu insanları? Onların katillerine ve onları katledenlere dair bir soruşturma söz konusu mu, bir dava söz konusu mu? Hayır. Sadece Yasin Börü davasından insanlar yargılandı. O davanın nasıl bir yargılama olduğu da ortada. Tam 140 km ötede bir düğünde davul çalan Mazlum İçli’ye ceza verdiler, müebbet hapis cezası verdiler. Olmayan delillerle bir insanı mahkum ettiler. Bu davanın da aslında bir kumpas davasının parçası olduğu ortada. Kumpas davasından dolayı Eş Genel Başkanlarımız Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve MYK üyelerimiz hala cezaevinde, hala tutsaklar. Bu davanın gerekçesi olarak gösterilen gerekçeler aslında kumpas davası mahkemesi tarafından da reddedildi. Cinayetlerle, ölümlerle bu dosyanın bir alakasının olmadığı bütün çıplaklığıyla ortadadır. Buna rağmen arkadaşlarımız hala cezaevinde tutsak. Çünkü Kobanî Kumpas Davası, 2014 yılında hazırlanan Çöktürme Planının bir parçası olarak hayata geçirildi. O planı hazırlayanlar, ülkeye demokratik bir düzenin gelmesine karşı olanlardır. Bu ülkenin demokratik bir düzene kavuşmasının yolu nereden geçer? Bu ülkeye demokratik bir düzenin gelmesinin yolu Kürt meselesinin demokratik çözümünden geçer. Buna karşı olanlar, masayı devirenler de işte Çöktürme Planını hazırlayanlardır. O planının bir parçasıdır bu kumpas davası. Çünkü yıllarca dava açılmadı, sonra kalktılar böyle bir tezgah hazırladılar. Sonuçlarına da bütün ülke katlanmaya devam ediyor. 

Buradan bir kez daha o direniş günlerinde ölenlerin anısına saygı gösteriyoruz. İyi ki direniş olmuş, iyi ki Kobanî direnmiş ve IŞİD yenilmiş. Yoksa bunun sonuçlarını tahmin edemeyeceğimiz kadar büyük acılarla yaşamaya devam ederdik. 

Ortadoğu’da yaşanan insanlık dramının çözümü barış siyasetinden geçiyor

Bugün Ortadoğu inanılmaz bir yangın yeri. Ciddi anlamda insanlık dramları yaşanıyor. 7 Ekim aynı zamanda 2023’te başlayan İsrail saldırılarının da yıldönümü. 42 bine yakın insan Gazze’de katledildi, bir soykırım gerçekleştirildi. Bugün Lübnan’da 2 bine yakın insan yaşamını yitirmiş durumda. İsrail saldırıları devam ediyor. İran-İsrail savaşının eli kulağında. Bölge adeta yangın yerine dönmüş durumda. Bölge bu yangın yerinden nasıl çıkılacağını bilmiyor. Oysa çıkış yolu belliydi. Eğer Türkiye Çözüm Sürecinde ısrar edebilseydi, o süreci ilerletebilseydi, Kürt meselesinin demokratik çözümü hayata geçirilebilseydi, barış siyaseti bölgede hakim olabilseydi, barışın hinterlandı Ortadoğu’yu kaplayabilseydi, İsrail’in bu fütursuz saldırıları hayata geçmezdi. İsrail halkının ve bütün Arap halklarının kurtuluşu da tüm hakların ortak kaderinde saklı. Bu ortak kaderin yolu da barış siyasetinden geçiyor, demokratik çözümden geçiyor Suriye, Irak, Türkiye, İsrail ve Filistin için. İki devletli çözümün yolu, aslında barış siyasetinin hakimiyetinden geçiyor. Oysa Türkiye barışta ısrar etmek yerine, bölgeye barışı ve demokrasiyi getirmek yerine son 10 yıldır adeta savaşı körükleyen bir yerden hareket ediyor. 

Toplumsal barışımızı yitirdik ve her gün bir yanıyla büyük bir savaşın içindeyiz

Kapalı oturum yapılacakmış, bize bilgi verilecekmiş. Sanki saklı bir şey var. Her şey dünyanın gözü önünde olup bitmekte zaten. Türkiye’nin izlediği siyaset de çok açık bir şekilde ortada. Afrin’de, Girê Sipî’de ve Serê Kaniye’de ortada, Başur’da ortada. Bu siyasetle yol almak mümkün değil. Türkiye siyasetinin sıkıştığı yer tam da burası. Siyasi krizin en temel nedeni bu. Bu siyasi kriz sadece bölgeyle sınırlı kalmıyor. Sınırımızın ötesinde bir siyasi kriz, bir savaş var ama Türkiye’de her şey güllük gülistanlık mı? Hayır. Bütün bu yaşananların ağır bedelini Türkiye halkları, emekçileri, kadınları, çocukları yaşıyor. Buna katlanmaya devam ediyorlar. Bu krizin her boyutuyla etkisi günlük yaşamımızda bütün çıplaklığıyla var. Her gün biz aslında bir yanıyla büyük bir savaşın içindeyiz. Toplumsal barışımızı yitirdik. Toplumsal barışı nasıl var edeceğimizi bile artık bilemez hale geldik. 

Narin cinayetinin aydınlatılması için önerge verdik, AKP-MHP oylarıyla reddedildi


Bakın, Narin’in katledilmesine dair araştırma önergesi verdik. AKP-MHP oylarıyla reddedildi. Bu artık neredeyse klişe haline geldi. Muhalefetten gelen her araştırma önergesine karşı bu cümleyi duyuyoruz. Yani hiçbir şey araştırılmıyor. “Yargıya müdahale mi ediyorsunuz?” diyorlar. Sanki kendileri hiç yargıya müdahale etmemişler. Kobanî Kumpas Davası başlı başına yargıya müdahaledir, yargıya müdahalenin doruğudur. Gezi Davası yargıya müdahalenin doruğudur. Dünyada eşi benzeri görülmemiş bir şeydir. Burada yargıya müdahale söz konusu değil. Yargının dokunmadığı yerlere dokunuyoruz. O köydeki mermiler silahlar nerede? DNA’ların yok edilmesine yönelik organize işler nasıl olmuş? Bu çocuk katledilirken, 19 gün boyunca çocuğun cesedine ulaşılamazken neler olup bitmiş? Neden bu sorumlular gereğini yerine getirmemiş? Bunların araştırılmasını istiyoruz ama karşımıza hep aynı klişe laf çıkıyor. Bu iktidar çocuk düşmanıdır. Çocuklara yaklaşımına baktığınızda zaten bunu anlıyorsunuz. Çocuklar katledildiğinde bir duyarlılık görmememizin nedeni de bu. 

Tasarruf tedbirleri deyince aklınıza okulların temizliği mi geliyor?

Bakın eğitim yılı başlayalım daha bir ay olmadı. Okullarda sorunlar dağ gibi. Velilerle konuşun size durumun vahametini en çıplak şekilde anlatsınlar. Okullar kirli, hijyenik değil. Çocuklar o kirli ortamlarda eğitim almaya çalışıyorlar. Bunun sonuçlarını nereden test edebilirsiniz biliyor musunuz? Bakın Türkiye’de son zamanlarda eşi benzeri görülmemiş bir grip salgını var. Bu kadar grip salgını neden oluyor? Sağlık verileriyle karşılaştırdığınızda okullardaki hijyen ortamının olmamasıyla birebir örtüştüğünü görürsünüz. Bu kadar pisliğin içine çocukları göndermek akıl alır gibi şey değil. Veliler okul temizliyorlar çocukları sağlıklı ortamda olsun diye. Taşımalı eğitimde çocukları okula götürecek servisler kaldırıldı, 30 km ötesine servis yok. Neden? Tasarruf tedbiriymiş. Tasarrufa buradan başlayan bir yaklaşım nasıl bir vicdandır! Bu ülkede tasarruf yapacağınız şey çocukların okul servisi midir? Saray’a bakmayanlar, talan yapan müteahhitlere bakmayanlar çocukların okul servislerine gözünü dikebiliyor. Burada da bitmiyor. Çocuklar aç, Türkiye’de ciddi bir açlık meselesi var. Yoksulluğun ötesinde bir açlık meselesiyle karşı karşıyayız. Bundan en çok etkilenen tabii ki çocuklar. Çocukların beslenme sepetleri boş. Önerge verdik, kanun teklifi verdik ve dedik ki: Gelin, okullarda çocuklara bir öğün yemek verelim. Bunun maliyetini de hesapladık. Saray’ın, Diyanet’in harcamasına baktığımızda, bir sürü bakanlığın yaptığı israfa baktığımızda bunun maliyeti cüzi bir maliyet olarak kalıyor. Çok kolay halledilebilecek bir şey iken, tıpkı taşıtlardan tasarruf yapılması gibi çocukların gıdasından tasarruf yapılıyor. MESEM’ler ve ÇEDES’lerle eğitim sistemi artık bir sistem olmaktan çıkmış durumda. Şu anda Öğretmen Meslek Kanunu Meclis’te görüşülüyor. Zaten AKP iktidarları, sistem yapamaz iktidarlardır, bir sistem var etme aklından yoksun iktidarlardır. Mevcut sistemleri de bozdular. Eğitim sistemini öyle bir hale getirdiler ki her getirdikleri yasayla bu sistem daha da kötü bir hale sürüklendi. Bunun da mağduriyetini çocuklar yaşıyor. 

Türkiye’deki kadın cinayetleri politiktir, iktidarın zihniyetinin sokağa yansımasıdır

Savaş devam ediyor, sokakta savaş devam ediyor. Toplumsal barışın yıkımı devam ediyor. Kadınlar katledilmeye devam ediyor. Kadın cinayetleri öyle bir hale geldi ki bu yıl içinde 292 kadın katledildi. Dün 6 kadının katledildiğini öğrendik. İkbal Uzuner ile Ayşenur Halil’in hunharca katliamı hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği bir katliamdır. 292 kadının katledilmesinden, ciddi bir rakamdan bahsediyoruz. Her cinayetten sonra, “hastaydı, alkollüydü, sinirliydi” gibi açıklamalar yapılıyor. Dünyanın her yerinde hastalar var, dünyanın her yerinde alkol kullananlar var. Bunların ortalamasında Türkiye’de bir farklılık yok ama dünyanın hiçbir yerinde bu kadar kadın katledilmiyor. O yüzden Türkiye’deki kadın cinayetleri politiktir ve bu iktidarın zihniyetinin sokağa yansımasıdır. Bu eril zihniyet, erkek egemen zihniyet, bu anlayış sokağa taşındığında kadınlara yönelik taciz, tecavüz, şiddet ve cinayet yaygın bir şekilde hayata geçiyor. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, “Kadın cinayetlerini bu coğrafyadan kazıyacağız” diyor. Nasıl kazıyacaksınız? Bugüne kadar neden kazımadınız? Bu konuda ne yaptınız? Kadın düşmanı politikalarla mı kazıyacaksınız? İstanbul Sözleşmesini iptal ederek mi, bu eril dille kadınları aileye ve eve hapseden anlayışlarla mı kazıyacaksınız? Ne ile kazıyacaksınız? 22 yıl geçmiş. Siz kadınlara sadece mezar kazdınız. Bütün bu yaşananlar Türkiye’nin ne denli barıştan uzak olduğunu, şiddet ve savaş sarmalında olduğunu gösteren büyük fotoğraftır. 

Merkez Bankası Başkanı ve Maliye Bakanı, Laurel & Hardy gibi parodilerle halkın karşısına çıkıyor

En büyük faturalardan biri de ekonomik alanda yaşanıyor. Fakat güler misiniz ağlar mısınız tablosuyla karşı karşıyayız. Karşımızda bir parodi var. Geçmişte ikili parodi yapılırdı işte Ateş Böcekleri gibi, Laurel ve Hardy gibi. Bunlar sürekli espri üreten ikililerdi. Şimdi de Hazine ve Maliye Bakanı ile Merkez Bankası Başkanı ikilisini izliyoruz. Özellikle her ayın üçüncü günü bu ikili muhteşem parodilerle halkın karşısına geçiyor ve adeta kendileri eğlenip halkı aldatıyor. Enflasyon rakamları her ayın üçünde açıklanıyor, bu ikiliden “muhteşem” açıklamalar geliyor. Maliye Bakanına soruyorlar enflasyon rakamını, “Bilgim yok” diyor. Kimin bilgisi olacak? Bilgisi olması gereken ilk şahıs bilgisiz. Merkez Bankası Başkanı açıklama yapıyor, elma ile armudu karıştırmıyor. Kırmızı elma, yeşil elma. Bu kadar ciddiyetsiz iki zat: Biri Merkez Bankası Başkanı, biri Hazine ve Maliye Bakanı. Bunların hiçbir tahminleri tutmuyor. Sayın Şimşek’in hiçbir tahmini tutturamama özelliği var. Enflasyon rakamlarıyla ilgili hiçbir tahmini tutmadı. Sene sonu tahmini 38’den başladı 48’e geldi ama sene sonunda 58 olacak. Tutmayacak. Neden? Çünkü nedeni doğru yerde aramıyorlar, teşhisini yanlış yerde yapıyorlar. Şimşek, sermayenin bakanı ve emekçi düşmanı olduğu için hala asgari ücrete ve emekli maaşlarına yükleniyor. Ücretli çalışanların ve emeklilerin taleplerini kısarak enflasyonla mücadele edeceklerini sanıyorlar. İktisat fakültesi 2. sınıf öğrencisi bile bilir ki satın alma gücü düşen bir insan enflasyona neden olamaz, satın alma gücünüz çok yüksekse enflasyona neden olursunuz. Bu ülkede kimi satın alma gücü yüksek, sermayenin. Bunu nereden biliyoruz, açıklanan karlardan. Merkez Bankası Başkanı bilmiyor mu, biliyor. Şimşek bilmiyor mu, biliyor. Fakat Laurel & Hardy gibi bize “cambaza bak” diyorlar, öbür yandan kendi hesaplarını hayata geçirmeye devam ediyorlar. 

“Geçinemiyoruz” ifadesi artık “yaşayamıyoruz” ifadesine dönmektedir

Bakın, okullarda ne başlamış? Eğitim sorunlarından bahsettik, açlıktan bahsettik. Okullarda “askıda tost” uygulaması başlamış. Bu gerçekten hazin bir tablodur. Yani çocuklar arasındaki bu açlık tablosunun ötesinde, geldiğimiz gelir dağılımı felaketini ve enflasyonun yarattığı tahribatı göstermesi açısından da askıda ekmekten sonra askıda tost meselesinin başlaması vicdanlarımızı kanatmaya devam ediyor. Yapılması gereken, bütçeyi beklemeden yapılması gereken, hızla asgari ücrette hemen bir iyileşmenin yapılması ve emekli maaşlarında da asgari ücretle paralel bir iyileşmenin gerçekleştirilmesidir. Çünkü “geçinemiyoruz” lafı neredeyse artık “yaşayamıyoruz” ifadesine dönmektedir. Bunu da nereden biliyoruz? Artan intihar vakalarından biliyoruz. Üniversite öğrencileri canlarına kıyıyor. Çünkü okuyamıyorlar, geçinemiyorlar, karınlarını doyuramıyorlar. Türkiye’de durum bu kadar vahim bir hal almışken, biz artık bu ikilinin parodilerini dinlemek, bu ikilinin komikliklerine katlanmak zorunda değiliz. Buradan çıkmanın yolu, çok net söylemeliyiz ki, bu iktidarın değişimi ile mümkündür. Bu iktidarın ekonomi politikaları ve siyasi anlayışıyla devam ettiğimiz sürece bu krizlerden kurtulmamız mümkün değildir. 

7 Ekim 2024