Grup Başkanvekilimiz Sezai Temelli, Meclis'te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Temelli, şunları söyledi:
IŞİD’in bugüne kadar yapmış olduğu katliamlar aydınlatılmadan adaletin var olması mümkün değil
Bildiğiniz gibi 20 Temmuz, Suruç Katliamının yıldönümü. Suruç Katliamı, 300 gönüllünün Kobanî ile dayanışma göstermek amacıyla Suruç’a gitmeleri ve orada basın açıklaması yapmaları sırasında bir canlı bombanın saldırısı sonucu meydana geldi. 33 canımızı yitirdik, 100’den fazla yaralı vardı. Yaralıların ciddi sağlık sorunları hala devam ediyor. Bugün Genel Kurul’a bu konuda bir komisyon kurulması amacıyla önerge indiriyoruz. Suruç Katliamı ve IŞİD’in bugüne yapmış olduğu katliamların arkası aydınlatılmadan, bu çetenin işbirlikleri tam anlamıyla ortaya konulmadan gerçek anlamda bir adaletin var olması mümkün değil. Bugün yaşadığımız belki de birçok sorunun çözümü bu tür katliamların aydınlatılmasından geçiyor. Suruç’un, Ankara Gar Katliamının, Reyhanlı’nın, Sultan Ahmet’in, İstiklal Caddesindeki bombalı saldırının failleri göstermelik yakalanmış olsa da arkasındaki güçler bir türlü yakalanmıyor.
Suriye’de barışın sağlanmasının yolu Kuzey ve Doğu Suriye’deki özerk yönetimin de söz sahibi olmasından geçer
Suriye meselesi çok konuşuluyor, gündemde. Esad ile görüşme gündeme getiriliyor ama esas meseleye kimse girmiyor. Esas mesele çetelerdir, esas mesele Suriye’de izlenen politikanın yanlışlığıdır ve bunun sonucunda IŞİD zihniyeti ve ona benzer çetelerin yarattığı büyük kaostur. Bu kaosu beslenen Türkiye’nin diplomasi anlayışıdır. Bir savaş siyaseti ekseninde geliştirdikleri bu anlayış, 10 yılı aşkın süredir Suriye’yi bu kaosta tutmaktadır. Suriye’nin toprak bütünlüğünden bahsediyorlar. Suriye'nin toprak bütünlüğünü tehdit eden en temel unsur aslında dünyanın birçok yerinden oraya taşınan cihatçılardır. Bu cihatçıların yarattığı atmosfer savaşı süreklileştirmektedir. Türkiye bundan kurtulmak istiyorsa, Suriye’de barışın ve demokratikleşmenin sağlanmasını istiyorsa -ki Türkiye’nin toplumsal barışının yolu da aslında komşularındaki huzurdan geçiyor- bunun yolu her şeyden önce Kuzey ve Doğu Suriye’deki özerk yönetimin ve oradaki Suriye halklarının tümünün Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olabileceği çözümlerin ele alınması, bu anlamıyla diyaloğun geliştirilmesi ve Suriye’nin geleceğinin belirlenmesinden geçiyor. Bunun yolu barış siyasetidir.
Türkiye Kıbrıs’ta çözümsüzlüğü hamasetle örtbas etmeye çalışıyor
Irak için de aynı şey söz konusudur. Irak’ta Saddam döneminden sonra Kürdistan Bölgesel Yönetimi oluşturuldu. Burada oluşan bölgesel yönetim aslında hem Irak'ın toprak bütünlüğü hem de Irak'taki siyasetin gelişimi açısından önemliydi. Bugün dönüp bakıyoruz, buradaki yapının da istikrarsızlaştırılması yine Türkiye’nin yanlış dış siyasetinden kaynaklanmaktadır. Dış politika hem Türkiye'nin kendi sorunlarını çözecek hem de komşularının sorunlarını da çözecek şekilde gelişmedi malumunuz. Değerli yalnızlıktan değersizleşmiş yalnızlığa doğru sürüklenirken hem komşularla sorunlar büyüyor hem de hiçbir soruna çözüm getiremiyoruz. 20 Temmuz aynı zamanda Kıbrıs’ın 50’inci yılı. 50 yıl önceki gerçekliğe saplanıp kalmış bir Türkiye siyaseti yine karşımızda. Bir tören aklıyla meselelere yaklaşmaya devam ediyorlar. Oysa Kıbrıs meselesi 50 yılda çözülebilirdi. Bu 50 yılın 22 yılı AKP döneminde geçti. Bugün Kıbrıs’taki vatandaşlarımızın pasaportu yok, Kıbrıs'ı tanıyan bir ülke bile yok. Neden? Çünkü yanlış bir siyaset sonucu adada iki toplumlu barışçıl çözümün desteklenmesi yerine gerilimi besleyen bir siyasete bu 50 yıl içinde tanık olduk. AKP de bir çözüm üretemedi. Hala aynı çözümsüzlüğü hamasetle örtbas etmeye devam ediyorlar. Bu siyaset değildir. Böyle bir siyaset, böyle bir dış politika olmaz.
Meclis bir paket servise dönüşmüş durumda
Dış politikanız bu eksende devam ediyorsa içeride de huzur ve barış olmaz, krizlerden kurtulamazsınız. Bugün Türkiye'de çok ciddi anlamda ekonomik ve siyasi kriz var. Peki, bu kadar ekonomik ve siyasi kriz varken Meclis ne yapıyor? Meclis adeta bir paket servise dönüşmüş durumda. Ha bire yargı paketi; yok tasarruf paketi, yok vergi paketi, yok hayvan haklarını koruma paketi... Bu paketlerin, yasamanın işlevini etkin kılacak ve halkın sorunlarını çözebilecek nitelikte olmadığını çok iyi biliyoruz. Gelen evrak-giden evrak temposunda hazırlanan yasa teklifleri Meclis’e geliyor. Büyük bir telaşla bu kanun tekliflerinin yasalaşma süreci yaşanıyor. Bu telaşın arkasında ne var? Aslında hiç kimsenin içine sinecek bir mesele yok. Yasaların içine baktığınızda toplumun hangi sorununu çözüyor? Hiçbir sorununu çözmüyor. Hiçbir sorununu bugüne kadar çözmemiş. Bundan sonra da çözebilecek bir aklın, iradenin o kanun tekliflerinin içinde olduğunu görmüyoruz. Bakın bu hafta “tasarruf paketi” denilen kanun teklifini görüşüyoruz. Bugün büyük olasılıkla tamamlanacak. Bu tasarruf paketinin içinde tasarrufa dair asla bir şey yok. Bütün o tasarruf söylencesi yüz milyar lira gibi bir rakamı hedefliyordu. Şu ana kadar ne gerçekleşti, hedeflenen rakamların tahmini olarak gerçekleşmesi ne yönde oldu bilmiyoruz. Bu paketin içine baktığınızda, bırakın tasarrufu, aslında daha büyük bütçe açıklarına neden olabilecek kalemler var.
Sermayenin iktidarı sermayeyi vergilendirmiyor
Plan Bütçe Komisyonu da bugün vergiye dair bir paketi görüşecek. O vergi paketinin içine baktığınızda aynı meseleyi orada da görüyorsunuz. Nasıl tasarruf paketinde hedef 100 milyarsa, vergi paketinde de hedef 120 milyar gibi bir rakam. Bu ikisini toplarsanız, bütçe açığının kapatılmasına hiçbir katkı sağlamıyor. Çünkü tahmini bütçe açığı 2,6 trilyon. Diğer taraftan bütün bu tasarruf rakamı 220 milyar. Oysa yine bu bütçeye baktığınızda vergi harcaması 2,2 trilyon, yani bunun 10’da biri. Yani siz almanız gereken yerden vergiyi almıyorsunuz, tam tersine onların vergisini almaktan vazgeçiyorsunuz. Üstüne üstlük Cengiz Holding, Limak ve Kolin gibi yapılardan inanılmaz sayıda muafiyetle ciddi bir vergi alacağından vazgeçiyorsunuz. Kamuoyunu meşgul eden bir paket getiriyorsunuz ve o paketin de Türkiye’deki vergi adaletsizliğini ortadan kaldıracak hiçbir özelliği yok. Söz konusu olması da mümkün değil, çünkü bu iktidar her zaman söylediğimiz gibi sermayenin iktidarıdır. Sermayenin iktidarı, sermayeyi vergilendirmiyor; aksine her vergi uygulamasıyla sermayenin yükünü azaltıyor, halkın üzerindeki vergi yükünü artırıyor. Halkın üzerindeki vergi yükünü artırarak da aslında reform yaptığını söylüyor ama orada da reform filan söz konu değil.
Emekçilerin üzerindeki vergi yükü %45 iken kurumların üzerindeki efektif vergi yükü %10
Türkiye’de emekçilerin, çalışanların, asgari ücretle geçinenlerin vergi yükü katma değeri, yani dolaylı vergiyi ve istihdam vergisini eklediğimizde yüzde 45’tir. Bu katlanılamaz bir yüktür. Kurumlar Vergisi üzerinde bu kadar tepiniyorlar, “Yüzde 30’a çıkardık, yabancı şirketlerden vergi alacağız” diyorlar, bir kurumlar vergisi stopajı düzenliyorlar. Kurumlar üzerindeki vergi yükü kaçtır biliyor musunuz? Sadece yüzde 10’dur. Bir tarafta emekçilerin üzerindeki yüzde 45’lik vergi yükü, öte tarafta kurumlar üzerindeki yüzde 10’luk efektif vergi yükü. Şimdi bu vergi paketiyle de bir düzeltme ve iyileşme beklemiyoruz. Çünkü emekçilerin, emeklilerin ve toplumun büyük kesimi üzerinde zaten çok ciddi bir enflasyonist baskının olduğu bir dönemde, bu tür uygulamalar aslında halkın yoksullaşmasını derinleştirmektedir.
Türkiye sefalette de yoksullukta da zenginleşmede de ilk 5’te
Mesele sadece vergi değil, ekonomideki diğer gelişmelere baktığımızda da aynı şeyi görüyoruz. Bu paketin içerisinde en düşük emekli maaşlarına 2 bin 500 lira zam yapılması var. Zaten emeklilere yüzde 25 zam yapılmıştı, onlara da bu rakamın uygulandığını görüyoruz. 2 bin 500 lira zam yapılacak. Türkiye’de toplam emeklilerin almış olduğu maaşların Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya oranı yüzde 4,1. AB ortalaması ise yüzde 9,7. Bu bizim ne kadar büyük bir yoksullukla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Yani Türkiye’de emekliler sefalete mahkum edilmiş durumda. Emeklilerin ve çalışanların üzerindeki bu yüke dair aslında karşımıza çıkan tablo çok net: Halktan al, sermayeye ver. Bunun belgesi var mı, var. Endekslere girmiş durumda. Küresel Servet Endeksi diye bir endeks var, ona baktığınızda ilk 5’e giriyor Türkiye. O denli yüksek servet üretiyor Türkiye enflasyon yoluyla, politikalarıyla, teşvikleriyle, yatırımlarıyla. Dönüp baktığımızda son bir yılda Küresel Servet Endeksinde yüzde 147’lik bir artış performansı yakalamış Türkiye. Peki, bu servet artışı nasıl dağılmış? Türkiye’deki nüfusun en üst tabakası, yani kaymak tabakadaki kesim bu servetin yüzde 31’ini alıyor. Türkiye’de dolar milyarderleri var, hem de Avrupa’daki birçok ülkede olmayacak sayıda var. Yani Küresel Servet Endeksinde Türkiye’nin ilk 5’e girmesi ne denli adaletsiz bir servet dağılımının olduğunu gösteriyor. Ama Türkiye’nin ilk 5’e girdiği başka endeksler de var. Bunlardan birisi Küresel Sefalet Endeksi. İşsizlik ve enflasyon toplamından oluşan bir endeks bu. Bu konuda da Türkiye ilk 5’te. Yani Türkiye’de işsizlik, enflasyon, geçim sıkıntısı var; ücretler düşük, maaşlar düşük.
Halkın büyük bir kesimi kölelik düzeyinde yaşıyor
Bir başka endekste daha Türkiye ilk 5’te, o da Küresel Kölelik Endeksi. Yani Türkiye’de çalışan işçilerin, emekçilerin yaklaşık yüzde 15’i, yani çok ciddi bir rakam, bir buçuk milyon emekçi, kölelik koşullarında çalışıyor. Her türlü baskı altında, her türlü haktan yoksun bir şekilde çalışıyor insanlar. Üstüne üstlük almış oldukları ücret sefalet ücreti düzeyinde. Dolayısıyla tablo bu: Bir tarafta aşırı zenginliğin olduğu çok küçük bir kesim; diğer tarafta halkın büyük bir kesimi sefalet düzeyinde, kölelik düzeyinde yaşıyor. Bugün emeklilerin ücreti 12 bin 500 lira, açlık sınırı 20 bin lira. Açlık sınırının 20 bin lira olduğu bir yerde, 12 bin 500 lirayla geçinmelerini istiyoruz ki bırakın geçinmeyi insanlar açlıklarını bile gideremeyecek gelirden yoksunlar.
Yargı paketinde hak ve özgürlükler yok ama kadınların soyadıyla ilgili takıntı var
Paketlerden biri de 9’uncu Yargı Paketi. Bu paketin yargı alanında beklenen hiçbir soruna çözüm getirmediğini görmemiz mümkün. Hak ve özgürlükler konusunda bir gelişme yok. Yargı bağımsızlığı konusunda bir gelişme yok. Savunma hakkının kullanımı konusunda bir gelişme yok. Adalete erişim konusunda yok, ceza ve adalet sistemini geliştirme konusunda bir iyileştirme yok. Peki ne var? Kadınların soyadıyla ilgili bir takıntının yargı paketinin baş köşesine oturtulduğunu görüyoruz. Kadınlar tek başlarına kendi soyadlarını kullanmasınlar, illa ki kocalarının da soyadlarını kullansınlar gibi. 9’uncu Yargı Paketinin merkezine bu konuyu oturtmuş bir aklın aslında ne kadar cinsiyetçi bir akıl olduğunu da çok iyi biliyoruz.
Yaşam hakkımıza müdahale eden anlayış hayvanların yaşam hakkına da müdahale ediyor
Bir başka önemli paket de hayvan haklarına dair. Komisyonda bugün sabaha kadar süren tartışmalarda da ortaya konuldu ki aslında hayvan haklarını savunan bir şey yok karşımızda. Yaşam hakkımıza müdahale eden anlayış, hayvanların yaşam hakkına da müdahale ediyor. Sokak köpekleriymiş. Onlar neden sokak köpeği oldu biliyor musunuz? Onların yaşam alanlarına gidip sokak yaptığınız için. Kentlere, sadece kentlerin rantı yaklaşımıyla yaklaştığınız için. Tüm canlıların yaşam hakkını yok saydığınız için şimdi sokak köpekleri sorunu var diye önümüze bu sorunu getiriyorsunuz ve yasanın içine ötenazi gibi kabul edilemez kavramları koyarak o hayvanların canına kastediyorsunuz. Bunu yaparken de çocuk istismarına başvuruyorsunuz. O çocuklara yönelik eğer bir hayvan saldırısı söz konusu olmuşsa bunun suçlusu o hayvanlar değil; suçlusu gerekli tedbirleri almamış, hayvanların yaşam hakkını koruyacak şekilde zamanında düzenlemeleri yapmamış olan bu iktidardır. Dolayısıyla bu iktidarın yaşama, insana, canlıya, doğaya bakışındaki çarpıklığı her yasada gördüğümüz gibi bu yasada da görüyoruz. Tüm bu yasalara, böyle alelacele “biz yaptık oldu” anlayışına karşı olduğumuzu bir kez daha söylüyoruz. Bu yasalara karşı direnmeye devam edeceğiz.
Ekmek ve Adalet Buluşmalarımızın startını yarın Mardin’de veriyoruz
Son olarak, bildiğiniz gibi yarın saat 18.00’de Mardin’de bir tarım mitingimiz var. Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan katılacak. Ekmek ve Adalet Buluşmalarının ilk mitingi olacak. Sonrasında Ağrı, Batman, İzmir, Manisa, Iğdır ve daha birçok yerde bu buluşmalara devam edeceğiz. Emekçilerle, çiftçilerle, köylülerle, bu iktidardan mağdur olan herkesle, yoksullarla, ekmeğinin peşinde olanlarla, adalet arayışında olanlarla bir araya geleceğiz ve bu mücadeleyi toplumsallaştırarak büyütmeye devam edeceğiz.
18 Temmuz 2024