Türkoğlu: Kadınların sesini duymayan bir bakanın yaptığı her çalışma kadın cinayetini meşrulaştırmaktadır

Kadın Meclisi Sözcümüz Halide Türkoğlu, Genel Merkezimizde düzenlediği basın toplantısında kadın gündemine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Türkoğlu, şunları söyledi: 

Mezopotamya’nın bu felaketle yok edilmeye çalışıldığını gördük

Basın toplantımıza başlamadan önce Mazıdağı ve Çınar’daki yangın felaketinde yaşamını yitiren 15 yurttaşımızın ailesine başsağlığı, yaralılara da acil şifalar diliyorum. Mazıdağı ve Çınar’da yaşanan yangın aslında bu ülkenin yönetimini ve aynı zamanda halkın ne tür tehlikelerle yaşadığını ortaya koydu. Bir yangın felaketi değildi sadece. Birçok can ve mal kaybıyla beraber Kürdistan coğrafyasında yurttaşlarımızın neye maruz kaldığını da ortaya çıkaran bir durum yaşandı. Felakette 15 kişi yaşamını yitirdi, 75 kişi yaralandı, 924 hayvan öldü ve 14 bin 900 dekarlık alan yandı. Mezopotamya’nın o köklü topraklarının bir şekilde bu felaketle yok edilmeye çalışıldığını gördük. 

“Anız yangını” demek DEDAŞ’ın suçunu örtmektir

Yangında birçok ihmal ve iktidarın sorumsuzluğu da ortaya çıktı. Bir helikopterle bu kadar felaket yaşanmayabilirdi. Ancak iktidar hiçbir şekilde buna müdahale etmedi, sorumluluğunu yerine getirmedi ve yangını söndürmek için helikopter göndermedi. Yangın daha çok yayıldı ve daha çok can kaybı yaşandı. Yangının neden kaynaklandığına dair ilk günden beri manipülatif söylemler söz konusu oldu. Vali ve AKP’li milletvekillerinin yangının anız yangını olduğunu söylemesine bütün halk olarak isyan ettik. İlk günden itibaren görgü tanıkları vardı. Birebir bunu yaşayan köylülere sormadan “anız yangını” demek, bu yangında birinci sorumlu olan DEDAŞ’ın yapmış olduğu suçu örtmek ve iş birliği içerisine girmek demektir. Birçok ön rapor yayınlandı. Savcılık soruşturma başlattı ve bu soruşturmanın ön raporunda da şüphelilerden biri DEDAŞ’ın kendisiydi. Şimdi soruşturmayı genişletme adı altında yeniden bir heyetle bu soruşturmaya dair son kararlarını verecekler. Diyarbakır Kent Dayanışma Platformu başta olmak üzere Diyarbakır'daki birçok sivil toplum örgütü yangın yerine gidip birinci elden araştırma yaptı ve ön raporlarını hazırladılar. Aynı zamanda Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Birimi de ilk raporunu açıkladı. Yangının DEDAŞ’ın elektrik tellerinden kaynaklı olduğunu, yangını yaşayan köylülerin söylediklerini teyit etti. Peki, iktidar neden bunu bu şekilde ifade etti? Neden asıl sorumluluğunu yerine getirmek yerine hakikatleri çarpıttı? Biliyorsunuz bu iktidar halkı, kadınları, köylüyü, emekçiyi düşünen bir iktidar değil. 

O köyler acilen afet bölgesi ilan edilmeli

Uzun zamandır sermaye olarak özelleştirilen DEDAŞ’ın Kürdistan’da Kürt halkına zulmü söz konusu. Sadece AKP-MHP iktidarının zulmü tek başına yetmiyor, DEDAŞ’ın zulmü ile birlikte AKP/MHP köylülere zulüm yaşatıyor. Geçen dönemde de defalarca soru önergeleri verdik, Meclis’te gündemler oluşturduk. Köylülerle yan yana geldiğimizde DEDAŞ’ın zulmünü her gün anlatıyorduk. Ne yazık ki iktidar bunları duymak görmek istemedi. Geldiğimiz aşama, DEDAŞ ile iş birliğinin aynı zamanda bir katliamda iş birliği haline geldiğini gösterdi. Bizler bunun üzerinde duracağız. Bu katliamı yapanların hesap vermesi için hem Meclis’te hem de alanlarda bunun mücadelesini vereceğiz. Şu noktadan itibaren yaşamını yitirmiş olan köylülerimizle dayanışmayı yükseltmek gerekiyor. Yaraları ancak böyle sarabiliriz. O köyler acilen afet bölgesi ilan edilmelidir. Mevcut iktidar yaraları sarmak yerine köylülere baskı uyguluyor. DEDAŞ ile iş birliği içinde olmasının sebeplerinden biri tanıkların ifadesiydi. Tanıklara soruşturma açarak hakikatin üstünün örtülmesi için girişimlerde bulunuyorlar. Dün de biliyorsunuz, bu konuya dair Meclis’te önergeler verildi. Bütün muhalif siyasi partiler konunun araştırılması için girişimlerde bulundu. Ancak bu önergeler AKP ve MHP iktidarının ortaklığı ile reddedildi. Burada kimin neyi gizlediği de ortaya çıktı. Katilin ve suçlunun da kimler olduğu ortaya çıktı. 

Zulüm politikası gasp siyasetiyle Hakkari’de uygulanmaya çalışılıyor

Bu iktidar bir zulüm iktidarıdır, aynı zamanda zulmedenleri koruyan bir iktidardır. Halktan çalan, halkın emeğini ve iradesini gasp eden iktidarın bir meselesi daha var ki günlerdir bunun için ayaktayız. Kayyım meselesi. İktidar, 2016 yılından beri Kürt illerinde DBP ve HDP belediyelerine kayyım politikasını bir sistem olarak inşa ediyor. Son yerel seçimlerde DEM Parti’nin kazanmış olduğu Hakkari Belediyesine de intikam alırcasına kayyım atandı. İntikam alırcasına diyoruz. Çünkü nerdeyse bölgede hiçbir şekilde belediye kazanamayacak duruma gelen bu iktidar, bunun hesabını tekrar Kürtlerden sormak istiyor. İkinci parti konumuna geldi. Çünkü Kürtler, kadınlar, halklar bu iktidarın bu şekilde yönetme politikalarını karşı çıktı. İktidarın, yerelde iktidar olmaması için çok yönlü mücadele ettiler ve bugün aldığımız belediye sayısı da geçmiş dönemin belediye sayısından çok daha fazla oldu. Hatta ilk defa aldığımız belediyelerde söz konusu oldu. Ama bugün ne yazık ki bu zulüm politikası gasp siyasetiyle Hakkari’de uygulanmaya çalışılıyor. 

Kadın kazanımlarını yok sayıyorlar, kadınların irade olmasına tahammül edemiyorlar

Hakkari üzerinden aslında DEM Parti’nin kazanmış olduğu bütün belediyelere bir şekilde kayyım atamak için yeni hukuklar oluşturuyorlar. AKP’nin kendine göre kayyım politikasını uygulayabilmesi için yeni bir hukuk inşa ediliyor. Biz buna AKP hukuku diyoruz ama yıllardır da bu hukukun ne olduğunu dile getiriyoruz ve buna düşmanlık hukuku diyoruz. Niye düşmanlık hukuku diyoruz? Çünkü Kürt’e seçme seçilme hakkı tanımıyor. Kadınların eş başkanlık sistemiyle inşa etmeye çalıştığı kadın kazanımlarını yok sayıyor. Kadınların irade olmasına tahammül edemiyor ve bunun üzerine kayyım uygulamasını hayata geçirmek istiyor. İşte bunun adı düşmanlık hukukudur. Bizler 13 Haziran’da Hakkari ile dayanışmak için büyük bir miting gerçekleştirdik. 13 Haziran'da hepimiz Hakkari’de iktidarın bu politikalarına dur dedik. Birçok ilde de aslında bu dayanışma çalışmaları devam ediyor. O yönüyle de tekrardan sömürge valisine, iktidara, buna ses çıkarmayan muhalefete sesleniyoruz: Hakkari Belediye Meclisi kendi iradesi üzerinden ortaya koydu kendini. Evet, eş başkanımız hukuksuz bir şekilde cezaevinde, ancak belediye meclis üyeleri üzerinden bir belediye meclis üyesi eş başkan olabiliyor. Belediyeyi halkın iradesi olarak temsil edilebilir. Biz bunu uyguladık ve hayata geçirdik. Hakkari Belediyesi Eş Başkanımız Viyan Tekçe’dir. Herkes bunu da bu şekilde tanımalıdır. Biliyorsunuz halkın iradesini gasp eden kayyım valiye, iradeye saygı duy çağrıları yapılıyor. Ülkenin dört bir yanından “kayyım defol” sloganlarıyla etkinlikler yapılıyor. Bu isyan aslında “kayyım defol” isyanı. Aynı zamanda kadınların kayyımın da kayyım olan valinin de kabusu olduğunu göstermek gerekiyor. 

Şunu çok iyi bilsinler ki kadınları bu hakaretlerle susturamazlar

Bu iktidar bir gasp siyaseti yapıyor, halkın ve kadınların emeğini gasp eden bir siyaseti hayat geçiriyor ve neredeyse hiçbir önergeyi Meclis’te kabul etmeyerek de bunları teyit ediyor.  Dün kimlerin bu meseleyi meşru gördüğünü, kimlerin aslında bu işin içinde ortak olduğunu gösteren bir olay yaşadık. DEDAŞ’ın da kayyımın da bekçisine cevabımız olarak veriyorum.  Çünkü DEDAŞ’ın çıkarmış olduğu yangına “anız yangını” diyen bir AKP Diyarbakır milletvekili var. Kürt halkının iradesinin tanımayan kayyım rejimini koruyan bu bekçiye bir cevabımız olacak. Dün Meclis’te AKP Milletvekili Galip Ensarioğlu tarafından bir erkeklik gösterisi yapıldı. Milletvekilimiz Meral Danış Beştaş’a yaptığı hakareti misliyle kendisine iade ediyoruz. Kadınlara hakaret ederek hukuksuzlukların ve usulsüzlüklerin üstünü örtmek isteyenler şunu çok iyi bilsin ki kadınları bu hakaretlerle susturamazlar. Nerede olursak olalım iktidarın usulsüzlüklerini teşhir etmeye devam edeceğiz. Meral Danış Beştaş halkın vekilidir, kadınların iradesidir. Yoldaşımız yalnız değildir. Siz Kürt halkının hakkına ve iradesine göz dikerek ranta ve talana geçit verdiniz. Anız yangını diyerek DEDAŞ’ın da Kürt halkının iradesini gasp eden kayyımın da bekçisi olarak yüzünüzü gösterdiğiniz. Size ne deneceğini kadınlar da halk da bir ağızdan söylemektedir. Biz kadınlar kayyıma geçit yok, nöbetteyiz, yürüyüşteyiz diyoruz. 29 Haziran mitingi ve sonrasında Kürdistan ve Türkiye’nin her tarafından Hakkari’ye yapılacak yürüyüşte irademize ve kazanımlarımıza sahip çıkacağız. Bu yürüyüşteki her adımımızla kayyım rejiminin ömründen alıp kadınlara vereceğiz. Binbir emek ve bedelle bugünlere getirdiğimiz kazanımlarımızı savunmaktan vazgeçmeyeceğiz. Kadınların iradesi kayyıma geçit vermeyecek. 

Bu ülkede son 24 saat içinde 7 kadın katledildi

Özellikle son bir haftadır biz kadınların gündeminde kadın cinayetleri var. Uzun zamandır 6284 Sayılı Yasaya yönelik saldırılara biz kadınlar isyan ediyoruz. En son 9’uncu Yargı Paketiyle ilgili de sesimizi her yere ulaştırmaya çalışıyoruz. Bugün de kadınların sesi kamuoyuna ulaşsın diye bu açıklamayı yapacağız. Bu ülkede son 24 saat içinde 7 kadın katledildi. Sadece mayıs ayında kamuoyuna yansıyan bilgilere göre 40 kadın katledildi, 20 kadın şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. Ben sadece iki hikaye üzerinden, 6284’ün önemini ve 9’uncu Yargı Paketiyle şiddetin nasıl sistematik bir hale getirilmek istendiğini göstermek istiyorum. 

Fikriye Kar birkaç kez şikayet etti ama bu adamı aldıkları gibi bıraktılar

Dün Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde TJA öncülüğünde birçok kadın örgütünün katıldığı bir açıklama yapıldı. Hilal Kar üzerinden kadın cinayetlerinin artışına yönelik tepkilerdi. Hilal Kar, Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde sokak ortasında katledildi, fail ise kaçtı. Fikriye Kar, yani Hilal Kar’ın annesinin sözlerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım bu sözler bakanlara da ulaşır. Mehmet hakkında, kızına uyguladığı şiddet ve ölüm tehditleri nedeniyle çok fazla şikayet başvurusu yapıldığını söyleyen Fikriye Kar şunları söylüyor: “Esrar içiyor biz bir şey yapamayız deyip adamı bıraktılar. Bir kere de sesleri duyan komşular polisi çağırdı ama yine bir şey çıkmadı. Şikayete rağmen nasıl oluyor da o adamı bırakıyorlar? Eğer bugün cezaevinde olsaydı benim kızım katledilmezdi. Ben sadece adalet istiyorum, o katilin yakalanmasını ve cezalandırılmasını istiyorum. Bu katiller bir kapıdan alınıp diğer kapıdan bırakılmasın. Devlet kadına şiddet uygulayan, kadınları katleden bu insanları bırakmasın. Bu katiller dışarı çıkınca cesaret alıyorlar, daha çok kadını öldürüyorlar. Bir afla hepsi serbest kalıyor. Adalet kadınların halklarını savunsun, kadınlar katledilmesin, çocuklar annesiz kalmasın artık. Buna engel olmaları gerekiyor. Ben bu adamdan sonuna kadar şikayetçiyim. Kızıma yapmadığı şey kalmadı. Kadınlar artık öldürülmesin, bu katiller bir kapıdan alınıp diğer kapıdan bırakılmasın.”

Şükran Aba korunmadı, çünkü kadınların yaşamlarını koruyan yasalar uygulanmıyor

Yine Adana’da Şükran Aba ve ailesi boşanma aşamasında olduğu Hakim Aba tarafından katledildi. Fail elini kolunu sallayarak geliyor ve bir aileyi katlediyor ve bebeği alıp gidiyor. Şükran Aba neden korunmadı? Çünkü bu ülkede kadınların yaşamlarını koruyan kollayan yasalar uygulanmıyor. Şimdi bu olaylar yaşanırken, 4 Haziran’da Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve Veri İstatistik Komitesi toplantısına başkanlık ediyor. Kadınlar, kadın örgütleri yıllardır kadına yönelik şiddet verileri neden paylaşılmıyor diye sorduğunda tek bir cevap vermedi bu bakanlık. Şimdi de yıllardır kadına yönelik şiddet verilerini derlemeye çalışan ve buna dair mücadele yürüten kadın örgütleri bu toplantılarda yok. Kadına yönelik şiddeti, cinayetleri ve şüpheli ölümleri veriler üzerinden alamıyoruz. Daha çok basına düşen ya da kadın örgütlerinin bildiği şekilde ya da dava ve duruşmalarından takip edebiliyoruz. Kesin olan sağlıklı verilere hiçbir zaman ulaşamadık. Bugün itibariyle bu çalışma elbette önemli. Sonuçta bir veriye ulaşacağız. Ama bu verinin hazırlanmasına dahil olabilecek kadın örgütleri ve platformlarının dışarıda tutulmasını bir eksiklik olarak görmek gerekiyor. 

9’uncu Yargı Paketiyle yapılmak istenen değişiklikler 6284’ü kırpmak değil de nedir?
 
Elbette şiddetin nedenini ortaya koymak önemli. Kadınların içerisinde şiddet gördüğü aileyi korumak meselesine daha çok bakanlık değiniyor. Ama bunun verilerini ortaya koyduğumuzda nedenlerini de artık ortaya koymak gerekecek. O yönüyle de aile politikalarından vazgeçilmesi lazım, kadına yönelik şiddetle mücadele politikalarının üzerinden durulması lazım. Çünkü yaşanmış katliamlarda kadınlar en yakındaki erkekler tarafından katlediliyor ve bu şiddet daha çok aile içerisinde besleniyor. O yüzden güçlü aile kadar güçlü kadın da önemlidir. Buna dair politika üretmek gerekiyor. Bakan, “6284 Sayılı Kanun ile bu mücadele dünyada eşi benzeri az bulunan hukuki düzenlemeye sahibiz” diyor. Doğrudur. Bu yasanın örselenmesine izin vermeyeceğini belirtiyor. Bu, kadınların aklıyla dalga geçmektir. Bu yasayı kırpa kırpa ortadan kaldırmak isteyen bu iktidar değil midir? Yasanın gereklerini yerine getirmeyen bu iktidar değil midir? İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilerek kadınların yaşamlarını riske atan yine bu iktidar değil midir? Kadınların iradesini gasp eden kayyımlar eliyle kadın merkezlerini ve sığınaklarını kapatan, kadınların başvuru formlarını teşhir eden yine bu iktidar değil midir? Dokuzuncu Yargı Paketi ile yapılmak istenen değişiklikler 6284’ü örselemek değil de kırpmak değil de nedir?

Toplumdaki adalet duygusunu tamamen yerle bir edecek bir durum

6284’ün hükümlerine göre; hakkında tedbir kararı verilen kimse bu kanunun gereklerine aykırı hareket etmesi halinde, ihlal edilen tedbirin niteliği ve aykırılığına ve ağırlığına göre hakim kararı ile 3 günden 10 güne kadar zorlama hapse tabi tutulacak. 9. Yargı Paketinde ne diyor? Zorlama hapis kararı hakimlerin kafasını karıştırıyor, o yüzden düzeltmek gerekiyormuş. Zorlama hapse itiraz yolu açmak için düzeltme yapacaklarmış. Bu tam da bize rağmen herkesi salıvermeden bahsediyor. Paketin 27. maddesinde tekrar tekrar suç işlemiş ve mahkum olan hükümlülerin koşullu salıverilmesi var. Kadın katillerini, çocuk ve kadın cinsel istismarcılarını önce Nisan 2022’de pandemi bahanesiyle, sonra Temmuz 2023’te İnfaz Yasasında düzenleme adı altında iki kere affetti bu iktidar. Şimdi yeni torbadan yeni bir af çıkarmak istiyorlar. Toplumdaki adalet duygusunu tamamen yerle bir edecek, hukuka güveni tamamen sarsacak bir durum. Yine bu yargı paketinde Soyadı Kanununda yapılmak istenen değişiklik de var. Kadınların evlendikten sonra erkeğin soyadını almadan yaşamını sürdürmesi uzun soluklu bir mücadeleden sonra elde edilmiştir. Bu, eşitlik ilkesi gereğidir. Eşitlik istiyorsak böyle bir ilkemiz var. Çocukların üstün yararı, çocuğun travma yaşaması gerekçesiyle bu hak da gasp edilmek isteniyor. Anayasa’nın eşitlik ve ayrımcılık yasağını düzenleyen 10. maddesi ile ailede eşitliği düzenleyen 41. maddesine açıkça aykırı olan bir düzenlemeyle geliyorlar. 

Kadınların sesini duymayan bir bakanın yaptığı her çalışma kadın cinayetini meşrulaştırır

Tüm bunlar yaşanırken söz konusu bakan kadınların en önemli gündemlerinden biri olan 9. Yargı Paketine dair tek bir cümle kurmuyor. Soruyoruz; Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanının bu pakete ilişkin söyleyecek bir sözü yok mu, paketin resmi olmayan taslağına dair yapacağı bir açıklama yok mu? Günlerdir kadınlar ve kadın örgütleri her yerden ses yükseltiyor. Bu taslakta kadınların kazanılmış haklarına yönelik saldırı var. Bakan ise “aileyi güçlendirme” diyor. Uyarıyoruz; kadınların sesini ve isyanını duymayan bir bakanın yaptığı her çalışma erkek egemenliğini, şiddeti, kadın cinayetini beslemektedir, meşrulaştırmaktadır. 

 

Annelerin barış ve adalet mücadelesi bizim de mücadelemizdir

Biliyorsunuz her hafta adalet ve barış için, Adalet Bakanı ile görüşmek için anneler Ankara’ya geliyor. Dün bir görüşme sağlandı, ondan önceki hafta da kısa bir görüşme yaşandı. Ancak ailelerin taleplerine dair herhangi bir olumlu söylem gelişmedi. Bakanlık dinledi ama duymadı. Buradan tekrardan annelerinin sesine ses olarak sözlerini yükseltiyoruz. Sayın Bakan’a diyoruz: Annelerin talebi cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin son bulması, derinleşen tecridin kaldırılması, Kürt sorununun demokratik çözümü için Sayın Öcalan üzerinde derinleştiren mutlak tecridin kaldırılmasıdır. Sayın Öcalan üzerindeki tecrit hukuksuzdur, İmralı Ada Hapishanesinde ayrı bir hukuk işletilmektedir. Tüm bu politikaların altında Kürt sorununun çözümsüzlüğü yatmaktadır, tecridin bir rejim haline getirilmesi vardır. Sayın Öcalan Kürt sorununun çözümünün asıl muhataplarındandır. Bu sorunda çözümsüzlüğü dayatmak savaşta ısrar etmek demektir. Barış talepleri bu şekilde dillendirilirken barışa ses olmak yerine barışı duymadılar, duymak istemediler. Annelerin barış ve adalet mücadelesi bizim de mücadelemizdir. O sesin her yere ulaşması için elimizden gelen tüm mücadeleyi ve dayanışmayı göstereceğiz. Elbette ki bu savaş politikalarında ısrar demek, kadın yoksulluğunun daha da derinleşmesi demektir. Çünkü kaldırılan her uçak her İHA-SİHA kadınların aşından, ekmeğinden, canından çalıyor. Her 10 kadından 7’si çalışma hayatında yer alamıyor. Ev içinde dünyanın emeğini vermesine rağmen bu emek bizzat iktidar tarafından yok sayılıyor. Kadınlar asgari ücretin altında güvencesiz işlerde çalışmak zorunda bırakılıyor. İş yerinde mobbing ve ayrımcılık artarak devam ediyor. Kadın yoksulluğunu bir kader olarak dayatanlar şunu iyi bilsin ki buna izin vermeyeceğiz, hakkımız olanı alacağız. Emeğimizi savunmaktan vazgeçmeyeceğiz. Kadın istihdam alanı yaratacak politikalarımızı kendi gücümüzle, dayanışmamızla ve örgütlülüğümüzle oluşturacağız. 

Diyarbakır’da kafeye yönelik saldırı organize şekilde yapıldı

Başta Amed’de olmak üzere son zamanlarda bir nefret söylemi, bir saldırı politikası organize bir şekilde oluşturulmaya çalışıyor. Bu mesele de iktidarın ayrıştırıcı, cinsiyetçi, kutuplaştırıcı dilinden yani nefret dilinden aslında bağımsız gelişmiyor. Diyarbakır’da bir dans topluluğuna yönelik saldırıyı da bir kadın işletmecinin mekanına yönelik saldırıyı da bu cinsiyetçi ve kutuplaştırıcı siyasetin bir sonucu olarak görüyoruz. Saldırganlar tekbir getirerek kafeye saldırıyor. Bu iktidarın bekçisi ve polisi de saldırıyı önlemek yerine izliyor. Neden acaba? Orada nasıl bir plan ve programı devreye koydular? İlerleyen günlerde bunu göreceğiz ama biz buradan teşhir ediyoruz. Evet, iktidarın nefret dili ve kutuplaştırıcı bir siyaseti var ama aynı zamanda da kolluğun ve yargının sessizliği bu gibi yapıların aslında bir şekilde Amed başta olmak üzere birçok kentte varlık bulmasını sağlıyor. Devlet eliyle şiddet nasıl büyüyor bunu da gösteren bir şey. Yine ortaya çıkan görüntüler bu saldırının organize bir şekilde gerçekleştirildiğini ayan beyan gösteriyor. 

Demokrasi herkes içindir, biz inkara ve ayrımcılığa dayalı siyaset yapmayız

Yine İstanbul’da düzenlenen 9’uncu Trans Onur Yürüyüşüne dönük saldırılara da tanık olduk. Bu nefret suçunu körükleyen iktidarın kendisidir. Saldırganlar da gücünü buradan almaktadır. Farklı cinsel kimliklere yönelik her türlü saldırının karşısında mücadele edeceğimizi vurguluyoruz. Bu dayanışmayı gösterdiğimiz için İstanbul Milletvekillerimiz Kezban Konukçu ve Özgül Saki’yi hedef alan saldırıları da lanetliyoruz. Bizim fikriyatımızda, partimizin ağacında tüm ezilenlere yer vardır. Demokrasi herkes içindir. Biz inkara ve ayrımcılığa dayalı siyaset yapmayız, yapılmasına izin vermeyiz. Biz farklılıklarımızla birlikte yaşamanın mücadelesini vermekteyiz. Ezilenlerin mücadelesinin karşı karşıya getirilmesine de geçit vermeyiz. Bizleri ezen, yok sayan, sömüren iktidara karşı her yerde eşitlik ve adalet mücadelesini yürüteceğiz. 

Maarif Modeli ile şirketleşmiş, sermaye dostu eğitim modeli hayata geçirilmek isteniyor

“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” diye bir eğitim modeli Türkiye’nin gündeminde. Modeli onlarca çalıştay düzenleyerek açığa çıkardıklarını belirtiyor iktidar. Bu çalıştayın katılımcılarını ne yazık ki bilemiyoruz. Bu çalıştaylar hangi bilimsel ölçülerle yapıldı? Bütün toplumsal farklılıkları gözetmeyen bir müfredat ideolojiktir, cinsiyetçidir, ayrımcıdır. Bugün yoksulluk ve ayrımcılıktan dolayı yüzlerce kız çocuğu okula gitmezken, genç kadınlar yoksulluktan dolayı eğitim hayatını yarıda bırakmak zorunda kalırken, bunları önlemek yerine tamamıyla şirketleşmiş ve sermaye dostu eğitim modeli hayata geçirilmek istenmektedir. Bu müfredatın içeriğinin ne kadar cinsiyetçi ve ayrımcı olduğu okulların mezuniyet törenleri için gönderilen genelgede kendini göstermiştir. Biliyorsunuz yakın zamanda okulun önüne jandarma yığdılar. Genç kadınların kıyafetlerinden dolayı okula alınamayacağı şeklinde genelge geldiği belirtilmişti. Özellikle genç kadınların kıyafetlerinden dolayı mezuniyet törenlerine alınmamaları, jandarma ile okulların önüne barikat kurulması bu müfredatın ilk adımı olmuştur. Demokratik, özerk, bilimsel, eşit ve anadilde eğitimi esas almayan hiçbir müfredatı kabul etmiyoruz. Farklı dil, kimlik ve inançları esas alan, toplumsal cinsiyet eşitlikçi bir eğitim modeli için hep birlikte mücadele edeceğiz. 

Son olarak, haksız ve hukuksuz bir şekilde Kobanî Kumpas Davasında yargılanan Sevgili Hüdaya Kaya dün tahliye oldu. Kendisine hoş geldin diyor, selam ve sevgilerimi iletiyorum. Tüm arkadaşlarımız özgür olana kadar mücadeleye devam edeceğiz. Yaşasın kadın dayanışması! Jin jiyan azadi! 

26 Haziran 2024