Kadın Meclisi Sözcümüz Halide Türkoğlu'nun Jin Dergi için kaleme aldığı köşe yazısı:
Kadınların boşanmak istediği için sokak ortasında en yakınındaki erkek tarafından katledildiği bir ülkedeyiz. Kayıp çocuklar var, çocukların cansız bedenlerine ulaşıyoruz. Münferit olmayan, her yerde şiddetin ve katliamın hedefinde olan çocuklar var.
Patronları tarafından yakılan, katledilen, işkence edilen Kürt ve mülteci işçiler....
Her sözün kavgaya, şiddete dönüştüğü komşuların birbirinin katili olduğu,
Trafikte öfke ile birbirine saldıran erkeklik halleri,
Okullarda akran zorbalığı diye tanımlanan, sonu babalar kavgası ile biten şiddetin her hali.
Köpek katliamına yasa çıkardığı için gülen iktidarın milletvekilleri
Her gün savaş, her gün katliam...
Şiddet gündelik hayatın bir parçası gibi toplumda her geçen gün büyümektedir. Bazen bir kent, mahalle topluca şiddetin faili olup kendisinden öteki olana saldırırken, bazen bir köyün, bir ailenin tüm üyeleri kendinden olanı katledip toplu ve örgütlü bir suçu işeyebilmektedir.
Kadın, çocuk, erkek, işçi, öğrenci, siyasetçi, sürücü, esnaf, komşu ...vb bu kavramlarla şiddeti bir arada yazdığımızda bunun bir toplumsal şiddet olgusu olarak ortaya çıktığını görürüz. Şiddetin bir çok türü olduğu gibi şiddetin kimler tarafından uygulandığının da yaşadığımız toplumdan ve siyasi iktidardan da bağımsız ele alamayız. Şiddet kavramının tanımı da güç-iktidar ilişkilerinden, toplumsal cinsiyet ve egemen olanın kültürel, dinsel, etnik ve cinsel kodlarından bağımsız değerlendirilemeyeceği açıktır. Çünkü şiddet, sadece fiziksel bir eylem değil, çok daha derin, insana ve topluma nüfuz eden bir gerçekliktir. Bu gerçeklik inşa edilmek istenen birey ve toplum ilişkilerinde daha çok kendini gösterir.
Erkek egemen kodlarla şekillenen ailede ebeveyn-çocuk ilişkisi, erkeklik-kadınlık rolleri yine bu kodlarla şekillenen toplumdaki ezen-ezilen ilişkisi, işçi-patron ilişkisi ve bu kodları toplumsal bir norm haline getiren ulus-devlet aklı ve bu aklın politikalarını “hukuksal” bir zeminde tüm kurum ve yapılarıyla hayata geçiren siyasi iktidar. Tahakküm kurmak isteyen ile tahakküme karşı direnenlerin kıyasıya mücadelesini tüm bu yukardaki ikilikler üzerinden en derin haliyle coğrafyamızda yaşıyoruz.
“Türkiye bir hukuk devletidir” sözünü her fırsatta bizlere hatırlatan siyasi iktidar tıpkı tarihten bugüne tüm erkek egemen iktidarların yaptığı gibi toplumu kendi tekçi erkek egemen ideolojisine göre dizayn etmek için tüm hukuksuzlukları “hukuk” kisvesi adı altında uyguladığı şiddeti meşrulaştırarak adeta tüm kurumlarını, organlarını bunun için seferber etmiştir. İşte bu ülkede kadına yönelik şiddete, çocuk katliamı ve istismar olaylarına, eğitimdeki tekçiliğe, fırsat eşitsizliğine, farklı cinsel yönelimlere, inanç kimliklerine yönelik saldırılara, hak talebinde bulunduğu için kadınlara, işçilere, emekçilere yaşatılanlara baktığımızda nasıl bir şiddet sarmalının içerisinde olduğumuz bizler için çokta zor olmayacaktır.
AKP-MHP iktidarının her nefret söylemi, kutuplaştırıcı siyaseti baskı aygıtı olan kolluğun topluma karşı şiddetini de artırırken, toplumda şiddet uygulama da normalleşiyor bir şekilde. Toplumun egemen kimlikleri şiddete daha çok sarılıyor her geçen gün. Çünkü iktidarın inkar ettiğine saldırmanın cezasızlıkla sonuçlanacağını bilen kolluk gücü olduğu gibi toplumun içinde gücü elinde bulunduran da bu eylemi devam ettirmektedir. Bu yönüyle, bizzat siyasi iktidar eliyle nasıl bir toplumsal şiddetin uygulandığı, bu şiddete nasıl teşvik edildiğini ve şiddetin meydana getirdiği korku iklimiyle toplumda nasıl bir rıza üretilmek istendiğini görüyoruz. Kuşkusuz bunun karşısında güçlü bir kadın direnişinin, demokrasiden, eşitlikten, özgürlükten yana olan halklar direnişinin, işçi emekçi direnişinin olduğunu da biliyoruz çünkü bu mücadelenin bizzat içindeyiz.
Ancak şu gerçekliği bir an olsun aklımızdan çıkarmamak zorundayız. Şiddet bir sarmaldır. Toplumsal yapının en temel çatışmalarından biri olan şiddet hem devletin kurumlarından topluma hem de bireyler arası iktidar ilişkileri üzerinden varlığını sürdürür. İktidarın dayattığı makul birey-aile-toplum-devlet ilişkisi, şiddeti meşru kılmak için kullanılan birer örtüdür; ancak bu örtü kalktığında, geriye sadece güç arzusunun karanlık yüzü kalır. Bu sarmalı devam ettirerek egemenliğini baki tutmak, ideolojisini en güçlü şekilde topluma empoze etmek isteyen siyasi iktidar kaybettiği gücü geri almak için neredeyse her gün farklı bir şiddet alanı oluşturuyor.
Dizayn etmek istediği toplum içerisindeki eşitlik, özgürlük mücadelesi veren tüm kesimleri susturmaya, sindirmeye dönük politikaları derinleştirmek AKP-MHP siyasi iktidarının önceliği olmuştur. Kürt halkının mücadelesine her seferinde saldırmasının nedeni de budur. Kürt sorununda dayattığı çözümsüzlük politikalarını meşrulaştırmak için amaca giden her yol mubahtır diyerek her türlü saldırıyı “güvenlik” adı altında yürütmesi, ırkçı gruplar oluşturması, bu gruplar eliyle ırkçı saldırılar düzenlenmesi ve cezasızlık politikaları toplumsal şiddete teşvikten başka bir şey değildir. Özel savaş politikalarıyla kadınlar ve gençler üzerinden yürüttüğü savaşı toplumu çökertmek içindir. Savunmasız, örgütsüz bırakılan bir toplumda şiddet, tehdit, tecavüz, katliamlarda artar. Çünkü toplumu toplum yapan diyalog, barış, demokrasi, değerler ve ilişkiler sistemi altüst olmaktadır.
Bu ülkede kadınlar her gün şiddete uğrarken, katledilirken bu katliamları, şiddeti meşrulaştırılmasının kaynağında da bu yaklaşım vardır. Kadınların hakları, kazanımları gasp edilirken bunun kılıfı dünden hazırdır. Boşanmak istedi, itaat etmedi, çalışmak istedi, kısa etek giyindi gibi gibi cinsiyet eşitsizliğini pekiştiren söylemler devreye girer ve cezasızlık politikalarıyla da failler ödüllendirilerek kadına şiddet bizzat teşvik edilir, yaygınlaştırılır. Bunun karşısında mücadele eden kadınlar ya terörist ya da marjinal ilan edilerek hedef haline getirilir.
Zihniyet tekçi, cinsiyetçi, militarist olunca haliyle tüm kurumlarını buna göre şekillendirerek, bu zihniyeti yayacak yeni düzenleyici, denetleyici kurumların daha fazla açılması elzem olur. Bunun için öncelikle kendisinin prototipi olarak şekillenen “ailenin” güçlendirilmesi gerekir. “Kutsal aile” adı altında toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin makbul kadınlık-erkeklik, erkeğe verilen aile reisliği rollerini kutsayarak işe başlanır. Bu küçük devletçik içerisinde “kadına yönelik her türlü suç mubahtır. Erkeğin kurduğu tahakküm haktır.” Aile kurumunda kadınlar şiddete, ayrımcılığa maruz kalırken erkekler ceza almıyorsa, bu ailede çocuklar istismara uğrarken tekrar istismar edene teslim ediliyorsa, burada iktidarın istediği ailede kadınlara da çocuklara da yaşam hakkı ve hak savunması yoktur.
Narin Güran katliamı ile AKP’nin dayatmaya ve inşa etmeye çalıştığı aile modelinin de gerçek yüzü ortaya çıktı. Bir çocuğun katliamında işbirliğine giden köyde yaşayan susan onlarca aile, bu ailenin siyasi iktidarın dostu olduğunu yani devlet dostu aile olduğunu söyleyen katliamda aileye güç veren siyasetçiler. Öfke ve kamuoyu oluşmasa manipülasyonla, kayıp çocuk olarak anılacak ama toplumun bu katliama karşı sesini yükseltmesiyle katledildiğini öğrendiğimiz bir çocuk. Aile içinde katledilen Narinin mezarını ziyaret edenler de bugün politikalarıyla şiddeti artıran, cezasız bırakan asıl sorumlulardı: İç işleri bakanı, Adalet bakanı, Aile ve sosyal politikalar bakanı. 22 yıl boyunca aile, eğitim, ekonomi, adalet, din politikaları ile inşa ettikleri ailenin toplumda nasıl bir çürümeye neden olduğunu o mezar başında bizzat gördüler mi, anladılar mı? Kuşkusuz hayır. Şimdi Narin Güran’ın mezarında bir kutsal bayrak var, iktidarın her suçunun üstünü örtmek istediği zaman istismar ettiği kutsallıklar. Kutsal aileden kutsal devlete şiddetin resmi tam da o mezarda! İnşa edilmek istenen toplum katliama uğruyor, tıbkı inşa etmeye çalıştıkları kadınlık meselesinde kadınların katliama uğraması gibi.
Toplumsal şiddeti derinleştiren, iktidar tarafından şiddeti üreten ve teşvik eden aile, eğitim, medya ve siyaset kurumlarına müdahale edemediğimiz her an şiddet gündelik hayatımızın bir parçası olacaktır. Tüm bu politikalar karşısında örgütlenerek mücadele etmek en meşru savunmadır. Ki biz buna öz savunma diyoruz. Bu şiddet sarmalından kurtulmanın yolu şiddetin ürediği tüm alanlarda en güçlü mücadeleyi vermek bizlerin sorumluluğundadır. Özgür ve eşit bir yaşamın mücadelesi, herkesin yaşam hakkı mücadelesidir. Kazanımlarımızı koruyarak ve güçlü politikalar oluşturarak, örgütlü toplum olmak, tüm bu örgütlü kötülüklerle mücadele demektir. Farklılıkların, kadınların, gençlerin, çocukların, emekçilerin eşit ve özgür yaşamda örgütlenmesi faşist iktidarların ve erkek egemenliğin yok olması için elzemdir.
22 Eylül 2024