Türkoğlu: Tüm kadınları Suriyeli, Rojavalı kadınlarla dayanışmayı büyütmeye çağırıyoruz

Kadın Meclisi Sözcümüz Halide Türkoğlu, Genel Merkezimizde yaptığı basın toplantısında kadın gündemine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Türkoğlu, şunları söyledi: 

Özgür basın çalışanları üzerindeki baskıyı kabul etmiyoruz

Bu sabah Mardin’de JINNEWS muhabiri Öznur Değer gözaltına alındı. Özgür basın çalışanları üzerindeki baskıyı kabul etmediğimizi, bu gözaltı ve tutuklamaları kınadığımızı bir kez daha belirtmek isterim. 

Hepinizin bildiği gibi, dün 6 Şubat Maraş merkezli yaşanan ve 11 ili etkileyen büyük deprem felaketinin 2. yıldönümüydü. Her ne kadar TÜİK 45 bin olarak açıklasa da bu depremde 50 binin üzerinde kişi yaşamını yitirdi. Ben bir kez daha depremde yaşamını yitiren tüm canlarımızı saygıyla ve minnetle anıyorum. Unutmadık, unutturmayacağız. Evet, bu depremde ne yitirdiğimiz canları ne de deprem sonrasında yaşanan ihmalleri ve bu ihmaller sonucunda bugün dahi binlerce kadın ve çocuğun yaşadığı mağduriyeti unutmadık. İnsanlar can mücadelesi verirken, Kızılay’ın çadır sattığını unutmadık. Bugün hala konteynerlerde yüzlerce kadın ve çocuk yaşam mücadelesi verirken, bu sorunların giderilmemiş olması iktidarın utancıdır. Üzerinden 2 yıl geçmesine rağmen hala su, ısınma ve barınma sorununun yaşanıyor olması bu iktidarın utancıdır. Çıkıp “Şu kadar konut teslim ettik” diyenler, konteyner kentlerde verilen yaşam mücadelesine göz yumanlardır.
 
Deprem sonrasında yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi için neyi bekliyorsunuz?

Tüm bu yaşanan acılar bizlere bir kez daha gösterdi ki bu ülkede depreme karşı mücadelede uzun vadeli bir planlama ve politika yok; aksine bu ülkede deprem alanlarının rant alanlarına nasıl çevrileceğine dair politikalar var. Bizler bu politikaları teşhir etmekten, depremden etkilenen kadınlar ve çocuklarla dayanışmayı büyütmekten asla vazgeçmeyeceğiz. Yetkililere sesleniyoruz: Maraş merkezli deprem sonrasında yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi için neyi bekliyorsunuz? İnsanlar neden hala konteyner kentlerde yaşamak zorunda bırakılıyor? Bu sorunların giderilmesini sağlamak bu iktidarın sorumluluğundadır. Çocukların ve kadınların barınma, hijyen ve sağlığa erişim hakları hiç kimsenin insafına bırakılmayacak kadar hayatidir. İktidar bundan sorumludur ve derhal bu sorunları giderecek politikaları hayata geçirmeli, yapmadıklarının da hesabını vermelidir.
 
Ortadoğu’da kadınların kazanımları saldırı altındadır

Deprem, savaş ve şiddet uzun yıllardır bu topraklarda bir sürü felaketi de beraberinde getirmiştir. Bugün Ortadoğu merkezli yürütülen ve tüm dünyaya yayılan savaşın bir adı konulacaksa adı 3. Dünya Savaşıdır. Erkek egemen, kapitalist güçlerin emperyal hayalleri ve kendi çıkarları uğruna yürüttükleri bu savaş siyasetinin başka türlü tanımlanamayacağı ortadadır. Bu güçler Ortadoğu’da haritaları yeniden çizmek istiyor. Afganistan’da, Lübnan’da, Ukrayna’da ve bugün en sıcak haliyle Suriye’de yaşanan gelişmeler bunun bir göstergesidir. Baas rejiminin çökmesi ve yönetimin HTŞ’ye geçmesiyle birlikte Suriye’de yaşanan gelişmeleri biz kadınlar da büyük bir dikkatle takip ediyoruz. Bir an olsun gündemimizden düşürmüyoruz. Çünkü çok iyi biliyoruz ki Ortadoğu’da haritaları şekillendirmek isteyenler, erkek egemen sistemlerdir. Bu güçlerin çizmek istedikleri haritalar altında yaşayan kadınların hakları ve kazanımları saldırı altındadır. Bunu Taliban rejiminde gördük. Irak’ta ve İran’da gördük. Bugün aynı politikaların, bizzat Suriye’deki yeni yönetim tarafından yapılmak istendiğine şahitlik ediyoruz.

Suriye’deki katliamlara göz yuman zihniyeti kabul etmiyoruz 

Özellikle Suriye’deki Alevi halklara yönelik saldırılara ilişkin gelen haberler, türbe yakma olayları bu kaygılarımızın ne kadar yerinde olduğunun göstergesidir. Yine Alevi kadın akademisyen Rasha Nasser Al-Ali’nin kaçırılıp katledildiğine dair kamuoyuna yansıyan bilgiler, durumun kadınlar açısından vahametini açıkça ortaya koymuştur. Bu katliamlara göz yuman ve besleyen hiçbir zihniyeti kabul etmeyiz. Kadın dayanışmasına olan inancımızla Suriyeli, Rojavalı kadınların yanında olmaktan ve dayanışmayı büyütmekten bir an olsun vazgeçmeyeceğiz. Bugün Suriye’nin demografik yapısının çok kimlikli ve kültürlü olduğu gerçeğinden hareketle adımlar atılması kaçınılmazdır. Bir yönetim oluşturulacaksa, bu yönetim tüm Suriye halklarını, kadınları, gençleri ve kimlikleri kapsayacak şekilde olmalıdır. Aksi durumda ise geçmiş acıların yeniden tekrarlanacağı, bu topraklarda tekçi anlayışla hareket eden tüm iktidarların yaşadığı kaostan kurtuluş olmayacağı ortadadır.

Zennubiya Kadın Topluluğunun isyanı, isyanımızdır

Bunun için yapılması gerekenleri Zennubiya Kadın Topluluğu geçici hükümete yapmış olduğu çağrıda net bir şekilde ortaya koymuştur. Dünyanın neresinde olursa olsun, kadın katillerinin, kadına yönelik suç işleyenlerin ve cinsiyet kimliklerine saldırıda bulunanların yönetim mekanizmasında yer almasını hiçbir kadın kabul etmeyecektir. Kürt kadın Siyasetçi Hevrîn Xelef’i katledenlerin rütbelendirilmesine karşı Suriyeli kadınların, Rojavalı kadınların, Zennubiya Kadın Topluluğunun isyanı, isyanımızdır. Verilen bu karardan derhal vazgeçilmeli, Zennubiya Kadın Topluluğunun çağrısına sessiz kalınmamalıdır. Hevrîn Xelef’in katili yargılanmalıdır. Tüm dünya kadınlarını bu çağrıya ses vererek Suriyeli, Rojavalı kadınlarla dayanışmayı büyütmeye çağırıyoruz.
 
Tişrin’de 50’ye yakın insan toprağını ve yaşam kaynağını savunduğu için katledilmiştir

Değinilmesi gereken çok şey var ama şunu da özellikle vurgulamak istiyorum. Suriye’deki yeni süreçle birlikte yönetim tartışmaları devam ederken, siyasi iktidar tarafından beslenen SMO paramiliter güçleri eliyle havadan bombardımanlarla Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılar devam ediyor. Uluslararası hukuk yok sayılarak Tişrin Barajına yönelik yapılan hava saldırılarıyla bir insanlık suçu işleniyor. Tişrin’e yönelik saldırılar iktidarın Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik açmış olduğu bir savaştır. Bu savaşın karşısında direnen Kuzey ve Doğu Suriye halkları barajlarını koruduğu için siyasi iktidarın hava saldırılarının hedefi olmuştur. 50’ye yakın insan toprağını ve yaşam kaynağını savunduğu için katledilmiştir, onlarca insan yaralanmıştır. İnsanlar buna rağmen yaşam kaynağı olan barajlarını savunmaktan vazgeçmemiştir. Soruyoruz bu iktidara: Siz Rojava halklarından, Rojavalı kadınlardan ne istiyorsunuz? İnsanlar yaşamları pahasına binbir emek ve bedelle inşa ettikleri yaşam alanlarını size karşı savunuyor. “Toprağıma, inşa ettiğim yeni yaşama dokunma” diyor. “Ben senin ülken için tehlike değilim” diyor ve de tüm pratikleriyle bunu gösteriyor.

Savaş siyasetinde ısrar etmek kadınların emeğinden çalmaktır 

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimini, aslı astarı olmayan gerekçelerle kriminalize edip saldırı gerekçesi yaratmak bu ülkeye hiçbir şey kazandırmaz. Bu saldırıların devam etmesi savaşın maliyetinin her geçen gün artması demektir. Savaş maliyetinin artmasının sonucunu ise bu ülkede başta kadınlar olmak üzere işçiler, emekçiler, yoksullar, ezilen halklar tüm iliklerine kadar yaşıyor. Kadın yoksulluğunun bu kadar derinleştiği bir zamanda savaş siyasetinde ısrar etmek kadınların emeklerinden, hayatlarından ve yaşamlarından çalmaktır. Bakın, halihazırdaki pahalılıkta asgari ücret yaşamsal ihtiyaçların karşılanmasına dahi yetmezken, binlerce kadın bu ücretin altında çalışmak zorunda kalıyor. Sadece 2024 yılında 12 milyon kadın ev işleri ile çocuk, hasta, yaşlı ve engelli bakımı omuzlarına yüklendiği için çalışma yaşamında yer alamıyor. Beka sorunu diyerek, güvenlik sorunu diyerek, savaş siyasetinde ısrar ederek bu sorunların üzerini örtemezsiniz. 

Kadın ekonomisini güçlendirecek üretim alanları desteklenmelidir

Kadınların talebi de çözüm önerisi de bellidir. Asgari ücret patronların ve sermayedarların çıkarları gözetilerek değil; kadınların, işçilerin, emekçilerin çıkarları ve ülkenin ekonomik gerçekliği gözetilerek belirlenmelidir. Bakım emeği derhal kamusallaşmalıdır, toplumsallaşmalıdır. Ataması yapılmayan üniversiteli genç kadınların atamaları derhal yapılmalıdır. KHK zulmü ile sindirilmek istenen kadınların hakları teslim edilmelidir. Kadın ekonomisini güçlendirecek üretim alanları desteklenmelidir. Genç kadınların barınma sorunları giderilmeli, eğitimde fırsat eşitliğini sağlayacak politikalar hayata geçirilmelidir. Ev emekçisi kadınların, emeklilik hakkından faydalanacakları yasal düzenlemeler derhal hayata geçirilmelidir. Tüm bunları yapabilmenin öncelikli koşulu ise barışı sağlamaktır. Savaştan yana değil barıştan yana tutum almaktır. Kayyım siyasetinden vazgeçmektir.

Kadınların iradesine kayyım atamakla düzen sağlanmaz

Bir yandan barış deyip diğer yandan Kürt halkının, kadınların iradesine kayyım atamakla düzen sağlanmaz, refah sağlanmaz. Bakın siyasi iktidar 9 yıldır bıkmadan usanmadan halk iradesini gasp etmeye devam etmektedir. Yakın zamanda Siirt Belediyemize kayyım atandı. Yine hukuksuz bir şekilde alelacele uydurma bir dosyayla Belediye Eş Başkanımız Sofya Alağaş görevden alındı. 9 yıldır bu halkın ve kadınların iradesini gasp ettiğiniz halde her seçimde kadınlar “eş başkanlık ve eşit temsiliyette ısrarcıyız” diyerek belediyelerimizi gaspçılara teslim etmedi. Siirt halkı, Siirtli kadınlar her iki yerel seçimde de bunu ispat etmiştir.

Belediyelerimize atanan kayyımların ilk icraatı kadın kazanımlarına saldırmak oldu

Elbette ki bu düzen böyle gitmeyecektir. Bu hukuksuzluğu yapanlar, kadınların iradesini gasp edenler adalet karşısında hesap verecektir. O günler geldiğinde gaspçılar bu utançla anılırken; bizler kadın özgürlükçü yerel yönetimler anlayışımızla, eş başkanlık ve eşit temsiliyet ilkemizle yeni yaşamı örmeye devam edeceğiz. Çünkü yerel yönetim anlayışımız gasp ve talan düzenini değil, yerinden ve yerelden inşayı esas alır. Bizim yerel yönetim anlayışımız belediye binalarına değil, halka ve kadınlara dayanır; halkın ve kadınların yanındadır. Binbir emek ve mücadeleyle inşa ettiğimiz bu anlayışın karşısında yenileceksiniz. Kayyımcı anlayışın kadın düşmanı olduğunu 9 yıldır tüm belgeleriyle ortaya koyuyoruz. Şimdiye kadar 9 belediyemize kayyım atandı ve her kayyımın ilk icraatı kadın kazanımlarına saldırmak oldu. Kadın müdürlüklerini kapatmak oldu. Kadın müdürlüklerine ve daire başkanlıklarına erkekleri atamak oldu. Kadınların ücretsiz erişebilecekleri Jinkart uygulamasını askıya almak oldu. Kadınları işten çıkarmak oldu. Bunun adı kadın düşmanlığıdır. Bunun adı Kürt düşmanlığıdır.

Bu ülkede gerçekten bir barış olacaksa bunun koşulları bellidir

Bir yandan Kürt halkının ve kadınların iradesini gasp edeceksiniz, diğer yandan barış diyeceksiniz. Bunun adı samimiyetsizliktir ya da 100 yıldır önerdiğiniz çözümlerin çökmesidir. Bu ülkede gerçekten bir barış olacaksa bunun koşulları da bellidir. 26 yıldır tecrit altında tutulan Sayın Öcalan bu koşulları, yapılan iki görüşmede de şeffaf bir şekilde ortaya koymuştur. Sayın Öcalan ile yürütülen görüşmeler, biz kadınlar açısından da büyük bir öneme sahiptir. Sayın Öcalan’ın çözüm perspektifi bu ülkede erkek devlet şiddetine karşı mücadelede ve kadın özgürlük mücadelesinde büyük bir öneme sahiptir. Çünkü bu perspektif halkların, kadınların, farklı dillerin, kimliklerin ve inançların adil ve eşit yaşamını esas almaktadır. 

Görüşmelerin yasal bir çerçeveye kavuşturulması her şeyden daha fazla elzemdir

Savaş siyasetine karşı onurlu barışın yol haritasını sunan Sayın Öcalan üzerinde bugün hala tecridin devam ediyor olması barışın önünü açmaz. Elbette ki yapılan iki görüşme bizler açısından kıymetlidir, ancak bu görüşmelerin yasal bir çerçeveye kavuşturulması her şeyden daha fazla elzemdir. Bunun yolu da tecridin tüm boyutlarıyla kalkmasıdır. Sayın Öcalan’ın çalışma koşullarının sağlanması, barışa giden yolun ilk adımını atmaktır. Bunu en çok da biz kadınların mücadelesi belirleyecektir. Çünkü savaşın en ağır bedelini yaşayan biz kadınlarız. Bunun karşısında onurlu barışı inşa edecek öncü güç de bu ülkedeki kadınlardır, gençlerdir. Çağrımız tüm kadınlaradır: Gelin, hep birlikte onurlu barış etrafında kenetlenelim, özgür ve eşit yaşamı hep birlikte inşa edelim. 23 yıldır tüm politikalarını kadınların haklarını ve kazanımlarını gasp etmek üzerinden şekillendiren bu düzene karşı kadın özgürlük mücadelemizi yükseltelim.
 
Pınar Gültekin kararı derhal geri çekilmelidir

Evet, sevgili arkadaşlar, bu ülkede siyasi iktidar eliyle yürütülen hiçbir politika savaş siyasetinden bağımsız değildir. Bizler bu siyaset karşısında mücadelemizi daha fazla büyütmek zorundayız. Çünkü sessiz kaldığımız her an yaşamlarımızdan çalınıyor. Bakın, 2024 yılında 394 kadın cinayeti işlendi. 259 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulundu. 2024’te kadınları öldüren en az 724 fail vardı ve sadece 304 fail tutuklandı. 111 kadın boşanmak istediği için katledildi bu ülkede. Bu cinayetleri önlemek için bu iktidar ne yaptı peki? “Kadına yönelik şiddeti nitelikli suç haline bizim iktidarımız getirdi” diyenler, bu suçu işleyenlerin iyi hal indirimlerinden nasıl faydalandığından bahsetmiyor. “Canavarca his barındırmıyor” deyip Pınar Gültekin’in katiline haksız tahrik indirimi uygulayan yargıdan bahsetmiyor. Pınar Gültekin’in katiline verilen müebbet hapis cezası bu iktidara bağlı yargı eliyle bozuldu. Pınar Gültekin’in katili haksız tahrik yok denilerek bu ülkenin yargısı tarafından korundu. Failleri cezasızlık politikalarıyla güçlendiren ve kadın katliamlarını meşrulaştıran bu karar derhal geri çekilmelidir.
 
Sizin işiniz kadınların nafaka hakkını gasp etmek değil yaşamlarını korumaktır

111 kadın boşanmak istediği için katledilirken, bu iktidar boşanmayı zorlaştırmak için her türlü girişimde bulundu. Yakın zamanda kamuoyuna nafaka hakkına dair yansıyan bilgilerde bunun göstergesidir. Doğru duydunuz! Nafaka hakkını nasıl gasp ederimin yeni formülünü süresiz nafaka hakkının kaldırılması çalışmasıyla gösteriyorlar. Bu iktidar, şiddet gördüğü için boşanmak isteyen kadınlara ya ölüm ya da parasızlık ve açlık dayatmaktadır. Her gün en az bir kadının erkekler tarafından katledildiği Türkiye’de, sadece boşanmak bile katledilme sebebi olabiliyorken; iktidarın yapması gereken kadınları korumaktır, kazanımlarına göz dikmek değil. Sizin işiniz, kadınların nafaka hakkını gasp etmek ve boşanmayı zorlaştırarak kadınları katliama terk etmek değildir; kadınların yaşamlarını korumaktır. Isıtıp ısıtıp gündemimize getirdikleri yargı reformları adı altındaki düzenlemelerle kadınlar hedef alınıyor. Boşanma davalarında arabuluculuk sistemini yeniden gündeme getirdiler. İstanbul Sözleşmesi, kadına şiddet vakalarında zorunlu arabuluculuk uygulamasını yasaklıyordu. Hem nafaka tartışmaları hem de arabuluculuk tartışmaları İstanbul Sözleşmesinin neden feshedildiğini göstermektedir. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmadığı, her yıl yüzlerce kadının katledildiği, kadın yoksulluğunun oldukça derin olduğu bu ülkede arabuluculuk sisteminin getirilmesi demek, kadınları şiddetin çeşitli formlarını gördükleri evliliği devam ettirmeye mahkum etmektir. Haklarından vazgeçirip şiddetin başka bir boyutuna mecbur bırakmaktır. Bu düzenlemeleri asla kabul etmeyeceğimizi bir kez daha belirtiyoruz.
 
Kadınlar aile içinde katledilirken ısrarla aileyi korumak, kadınların lehine bir şey sunulmayacağının göstergesidir

2024 yılını “emekli yılı” ilan edip emeklileri yoksulluğa mahkum eden iktidar, 2025 yılını da “aile yılı” olarak ilan etti. Böyle bir ilanın alt metninin nasıl doldurulacağının sinyalleri de 2024 Aralık’ta verilmişti. Cumhurbaşkanlığı tarafından çıkarılan kararnameyle Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bağlı Aile Enstitüsü ve Nüfus Politikaları Kurulu oluşturulduğu bilgisi Resmî Gazetede yayımlanmıştı. Aileyi korumak ve güçlendirmek, ailenin refahını yükseltmek ve kadın, çocuk ve engelli yakınlarıyla ilgili politikalara veri oluşturmak için bir Aile Enstitüsü ve doğurganlık oranının azalmasına neden olan faktörleri inceleyip tedbir almak için bir Nüfus Politikaları Kurulu. Öncelikle şunu söylemekte fayda var. Kadınlar aile içinde katledilirken, ısrarla aileyi koruma ve ailenin refahını yükseltme gibi tanımlamalarla açılan bu kurumların kadınların lehine bir şey sunmayacağı açıktır. Kadınlar bahsedilen bu ailenin içerisinde her türlü sömürüyle ve ezilmeyle karşı karşıyayken, bu tür uygulamalarla eşitsizliğin ve şiddetin derinleştiği ortadayken, ailenin refahını nasıl besleyeceksiniz? Ben kadınlar adına şunu söylüyorum: Bir araştırma yapılacaksa ve bir politika üretilecekse şiddeti beslemek üzerinden yapılmamalıdır. Bu kurumun içerisinde kadınlar neden katlediliyor, bu katliamın önüne geçmek için ne yapılmalı, nasıl politikalar üretilmeli? Odaklanılması gereken sorular bunlardır. Kadınların bu toplumun öznesi olduğu kabul edilmeli, politikalar toplumsal cinsiyet eşitliğini güçlendirmek üzerinden oluşturmalıdır.

Kadının çalışma yaşamında olmadığı bir aile istiyorlar

Yine Nüfus Politikaları Kurulu için de özellikle şunu vurgulamak istiyorum. Nüfus planlaması her ülkenin gündemindedir. Ancak bu ülkede planlama, çocukların yaşam güvenliği üzerinden değil sadece nüfusun artması üzerinden yapılmaktadır. Kadına yönelik şiddetle mücadelede tek bir veri yokken, doğurganlık ve nüfus gibi konularda ise adeta yıllardır ezbere okunan bir veri kaynağı sunuluyor. Öncelikle kadınların kaç çocuk doğuracağına dair iktidar bir hadsizlik içine girmiştir. Kadınlar kaç çocuk doğuracağına, kaç çocuk doğurmayacağına kendisi karar verir. Bu karar kadınındır. İnsanlar yoksulluktan ve işsizlikten dolayı çocuklarının karınlarını dahi doğru düzgün doyuramıyor. İktidarın derdi, nüfusun neden azaldığından ziyade çocukların yaşamlarını ve gelişimlerini güvence altına almak olmalıdır. Planlanan şey bellidir: Kadının çalışma yaşamında olmadığı bir aile istiyorlar. Kreş hakkına dahi göz dikerek, “belediyeler kreş açamaz” diyerek, kadınları eve kapatmanın her türlü yolunu araştırıyorlar. Kadınlar sağlık hakkına dahi ücretsiz erişemezken, konuyu sadece doğurganlığa bağlamak kadınları daha fazla yok saymaktır.

Kadın örgütlülüğümüzü büyüterek bu ülkede özgür ve eşit yaşamın kapılarını aralayacağız

Bu konuda iktidarın yapması gerekenler bellidir. Anne-çocuk sağlığı, kadın sağlığı en güçlü şekilde korunmalıdır. Çocuk sahibi olduğu için iş yaşamından çekilmek durumunda bırakılan kadınların yaşamları iyileştirilmelidir. Bunun için ücretsiz kreş hizmetleri verilmeli ve ebeveyn izninin eşit şekilde uygulanacağı politikalar hayata geçirilmelidir. Kadınların güvenceli işlerde çalışmasının sağlanacağı politikalar hayata geçirilmelidir. Doğurganlık tablosunu varoluşsal bir tehdit olarak görmekten önce, kadınların yaşamlarının nasıl tehdit altında olduğu görülmelidir. Doğurganlığı arttırma politikaları yerine, erkek devlet şiddetine karşı acil önleyici ve koruyucu politikalar geliştirilmelidir. Tüm bunların gerçekleştirilmesini iktidarın insafına bırakmayacağız. Kadın örgütlülüğümüzü büyüterek bu ülkede özgür ve eşit yaşamın kapılarını hep birlikte aralayacağız. Günlerdir alanlarda, meydanlarda, sokaklarda, panellerde sesimizi sözümüzü örgütlüyor ve onurlu barıştaki ısrarımızı vurguluyoruz. Bu kararlılık ve inançla yolumuza devam edeceğiz. Kadın yoksulluğuna, işsizliğine karşı dayanışmayı büyüterek direneceğiz. Kayyım siyasetine karşı kadın iradesinin etrafında kenetleneceğiz. Savaş siyasetine karşı onurlu barışı hep birlikte inşa edeceğiz. Mutlaka ama mutlaka kazanacağız. Jin Jiyan Azadî. 

7 Şubat 2025